Please contact us; WhatsApp : +90(533) 312 54 29

Böbrek transplantasyonu canlı veya kadavra donörlerden yapılır. Aralarında kan bağı olan akrabalardan alınan böbrekler genellikle hastanın vücudu ile daha iyi uyum gösterir. Bu tür canlı vericilerden yapılan ameliyatlarda, hasta ve böbrek donörü önceden ayrıntılı olarak hazırlanır ve en uygun şartlar oluştuğunda transplantasyon gerçekleştirilir. Onun için, canlı vericilerden yapılan transplantasyonun başarı şansı daha fazla, ameliyat riski daha azdır. Bununla beraber, kadavra böbreği bekleyen hastaların transplantasyon ünitesine başvurmaları sırasında tüm incelemelerinin ayrıntılı biçimde yapılması ve yeni ilaçların uygulama alanına girmesiyle kadavra donörlerden yapılan transplantasyonların da başarı şansı canlı donörlerden yapılanlara yaklaşmıştır. 

Ameliyat sırasında nakledilen böbrek, kasığın hemen üzerine, sağ veya sol tarafa yerleştirilir. Bu böbreğin atardamarı karın alt kısmında bulunan büyük bir atardamara, toplardamarı da yine karnın bu kısmında bulunan büyük bir toplar damara dikilir. İdrar borusu ise mesaneye ağızlaştırılır. 

Uygun şartlarda tüm bu ameliyat 2-4 saat kadar sürer. Her ameliyatın kendine göre riski olduğu gibi böbrek nakli ameliyatının da riski vardır. Fakat gelişen yeni teknikler sayesinde ameliyat sırasında ölüm oranı %1'in altına inmiştir. 

Ameliyat sonrasında, genellikle canlı vericilerden alınan böbrekler hemen çalışmaya başlar ve bir daha diyalize girme gereksinimi kalmaz. 

Kadavra vericilerden yapılan transplantasyonlardan sonra ise, yeni böbreğin çalışmaya başlaması bazen 2-3 hafta kadar gecikebilir. Bu süre içinde destekleyici diyaliz tedavileri uygulanır, böbrek yeterli olarak çalışmaya başladığında ise diyaliz tedavisine son verilir. 

Ameliyattan sonra hastanede kalma süresi her şeyin normal geliştiği ve sürdüğü koşullarda, ortalama 2-4 hafta kadardır. 

Rh kan grubu tipi 
organ nakli sırasında önem taşımaz. 

A ve B gruplu bireyler kendi gruplarından kan taşıyan bireylere organ verebilirler veya onlardan organ alabilirler. 

* 0 Kan Grubu 0 Kan Grubundan Organ Alabilir 

0-A-B-AB Kan Grubuna Organ Bağışlayabilir 


* A Kan Grubu A-0 Kan Gru.dan Organ Alabilir 

A -AB Kan Grubuna Organ Bağışlayabilir 


* B Kan Grubu B-0 Kan Gru.dan Organ Alabilir 

B -AB Kan Grubuna Organ Bağışlayabilir 


* AB Kan Grubu 0-A-B-AB G.dan Organ Alabilir 

AB Kan Grubuna Organ Bağışlayabilir 

Transplantasyonlarda kan grubu dışında, ayrıca organları oluşturan hücre ve dokular arasında da iyi bir uyum olması şarttır. Doku uygunluğu testleri; bireyin vücudundaki doku ve organların yapı olarak bir diğer bireyin doku ve organlarına benzer olup olmadığını araştırır. İki bireyin dokuları birbirine ne kadar benziyorsa nakledilen organın, hastanın vücudu tarafından reddedilmesi olasılığı da o kadar azdır. Tek yumurta (birbirinin tıpatıp aynı olan) ikizlerin arasında yapılan organ nakillerinde red söz konusu değildir. Genellikle anne ve babaların dokuları, çocukları ile kısmi bir uyum gösterir. Kardeşler arasında ise; tam uyum, veya orta derecede uyum gözlenebilir, bazen de tam bir doku uyumsuzluğu ile karşılaşılabilir. 

Organ Bağışından Önce Donörlerde Yapılan İncelemeler 

1. Fizik Muayene:
 Yalnızca böbrekleriniz değil, tüm organ ve sistemleriniz ayrıntılı bir muayene ile gözden geçirilecektir. Bu muayene sırasında herhangi bir hastalık saptandığında mümkünse tedavi edilecek, ancak daha sonra organ bağışlamanız gündeme gelecektir. 

2. İdrar İncelemesi ve Böbrek Fonksiyon Testleri: 
Böbrekleriniz kesinlikle sağlıklı olduğundan emin olmak için, başvurunuzun ilk günlerinde arka arkaya pek çok kez idrar incelemeleri ve böbrek fonksiyonu testleri yapılacaktır. Böbreklerinizin görevinde herhangi bir aksama varsa, sağlığınızı tehlikeye atmamak için, organ bağışında bulunmamanız önerilecektir. 

3. Kan İncelemeleri:
 Yapılacak çeşitli kan tahlillerinin normal bulunması; sağlıklı olduğunuz, organ bağışında bulunabileceğiniz ve bu nedenle ileride daha az sorunla karşılaşabileceğiniz belirtmesi açısından önemlidir. 

4. Bakteriyolojik İncelemeler : Bulaşıcı bir hasta-lığınız varsa, bu hastalığa neden olan mikroplar, böbrek nakli sırasında alıcıya da geçerek ameliyat sonrasında sorunlara yol açabilir. Bu nedenle idrar ve boğaz kültürleri yanında, değişik kan tahlilleri de yapılarak bulaşıcı bir hastalığınızın olmadığından emin olunmalıdır. Bu tür bir hastalık saptandığında, tedaviye başlanacak ve sağlığınızı tekrar kazandığınızda organ bağışınız kabul edilecektir. 

5. Radyolojik İncelemeler: 

Göğüs Filmleri: Akciğerinizde herhangi bir hastalığın varlığını ortaya koymak için çekilir. 

Böbrek Filmleri: Damardan özel bir ilaç verilerek çekilen bu filmler, böbreklerinizin yapısını, normalin dışında bir durumun olup olmadığını gösterir ve hangi böbreğin alınacağı konusunda hekiminizi bilgilendirir. 

Anjiografi: Kasıktan sokulan ince bir boru yardımı ile, böbrek damarlarını görebilmek için çekilen bir filmdir. Bu filmde alınacak böbrek ve ameliyatın yönlendirilmesi konusunda hekime yardımcı olur. 

6. Diğer İncelemeler: Sağlığınızı genel anlamda gözden geçirmek ve ameliyat esnasında herhangi bir sorunla karşılaşmamanızı sağlamak için, bu sıraladığımız incelemeler yanında elektrokardiografi, ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi veya gerektiğinde daha başka özel inceleme ve testler de yapılabilir. 

Sayılan tüm bu incelemelerin 
normal sınırlar içinde bulunması 
ve doku gruplarınız arasında 
yeterli uyumun saptanması 
halinde organ bağışınız 
kabul edilecektir. 

Transplantasyon Öncesinde Hastaların Dikkat Etmesi Gereken Noktalar 

1. Beslenme: 
Diyaliz tedavisi döneminde de beslenme çok önem taşır. Ancak transplantasyon sonrasında, özellikle ilk aylarda, yüksek dozlarda kullanılan ilaçların vücudunuz üzerinde olumsuz etkileri önleyebilmek için transplantasyon öncesinde yiyeceklerinize daha fazla önem göstermeniz gerekecektir. 

Bu dönemde et, süt, yumurta, peynir gibi hayvansal gıdaların alımı ön planda tutulmalıdır. 

2.Diş Bakımı: Çürük dişler veya diş etlerindeki iltihabi hastalıklar transplantasyon sonrasında bazen önemli sorunlara yol açabilir. Bunu önleyebilmek için 3-6 ay gibi aralıklarla diş hekimine gitmeniz ve gereken tedavileri yaptırmanız yararlıdır. 

Diş çürümelerini önlemek için dişlerinizi düzenli bir şekilde fırçalamaya önem göstermelisiniz. 

3. İnfeksiyon Hastalıklarından Korunma:
 Transplantasyon sonrası dönemde uygulanacak tedaviler İnfeksiyon hastalıklarının daha ciddi seyretmesine neden olabilir. Bu nedenle ameliyat öncesinde herhangi bir bulaşmayı önlemek için ateşli ve bulaşıcı hastalığı olan bireyler ile aynı ortamda bulunmamaya dikkat ediniz. 

Ailede bulaşıcı hastalığı olan bir kimse varsa, kişisel eşyalarınızı (tabak, çatal, havlu, jilet vb.) ayırınız. Transplantasyon öncesinde böyle bir hastalık ortaya çıkarsa ameliyatınızın ertelenmesi gerekebilir. 

4. Kadavra Transplantasyonu Hazırlık Polikliniği Kontrolleri: Polikliniğe ilk kez başvurduğunuzda, kadavra böbreği bekleme listesine yazılacak ve bundan sonra belli aralıklarla kontrollere gelmeniz önerilecektir. Her gelişinizde bir sonraki kontrol için randevu alınız. 

Sizce önemsiz bile olsa her türlü yakınmanızı poliklinikte kontrolünüzü yapan hekime, 
ya da diyaliz hekiminize 
mutlaka bildiriniz. 

5. Doku Grubu Tayini Labaratuvarındaki Kan Kontrolleri: Kadavra böbreği bekleme listesindeki hastalar belli aralık ile transplantasyon ünitesine çağırılacaktır. Yapılacak incelemelerde kanlarında organ reddine rol oynayabilecek özel maddeler gelişip gelişmediği kontrol edilecektir. 

Çağırıldığınız tarihte mutlaka 
kontrole gereken kan testlerinizi 
yaptırınız. 

Böbrek Donörleri İçin Temel Bilgiler 

Sevdiğiniz birine iyilik yapmak, yardım edebilmek her zaman için güzel bir duygudur. Üstelik kendi vücudunuzdan bir organı bağışlayarak sevilen yakının iyi bir yaşam sürmesini sağlamanın mutluluğu hiçbir şeyle kıyaslanamaz. 

Unutulmaması gereken bir nokta, her iki böbreğin de sağlıklı olduğu durumda tek bir böbreğin gereksinimlerinizi hiçbir soruna yol açmadan süresiz karşılayabileceğidir. 

Bu güzel duygulara rağmen, böbreklerinizden birini bağışlamak ilk anda sizi tedirgin edebilir ve ileri dönemde kendi sağlığınızı nasıl etkileyeceği yönünden endişelere kapılmanıza neden olabilir. Bu konuda unutulması gereken bir nokta, her iki böbreğin de sağlıklı olduğu durumda tek bir böbreğin gereksinimlerinizi hiçbir soruna yol açmadan süresiz karşılayabileceğidir. 

Böbrek bağışına karar verdiğinizde öncelikle sizin sağlığınızın zarar görmemesi için çok ayrıntılı incelemeler yapılacak, ancak daha sonra organ bağışınız kabul edilecektir. Bu incelemeler sırasında en küçük bir tereddüt oluşursa, durum size ve hastanıza bildirilerek başka bir donör aranması yoluna gidilecektir. 

Kısaca, eğer hekiminiz organ bağışlamada sakınca görmüyorsa bir böbreğinizi gönül rahatlığıyla hastanıza verebilirsiniz. 

Bu durum sizin normal yaşam sürenizde hiçbir değişiklik yapmayacaktır. 

Böbreğinizi bağışlamanız için herhangi bir üst yaş sınırı yoktur. 65 yaş üzerinde genelde tüm organlar ile beraber böbreklerde yaşlanır ve kısmi fonksiyon bozuklukları daha sık görülür. Yine de çoğu kez bu yaşın üzerinde kimselerin de böbrekleri de tamamen sağlıklı bulunarak organ bağışlamalarına izin verilir. 

18 yaşından küçük bireylerin canlı böbrek verici olmaları tıbben mümkündür. Ancak toplumsal değer yargılarını da göz önünde tutarak, bu yaşın altındaki bireylerin organ bağışını kabul etmemeleri daha doğrudur. 

Yapılacak incelemeler sonucunda, o an için böbrek fonksiyonlarınız yeterli bulunsa bile, daha öncede ciddi bir böbrek hastalığı geçirmiş olmanız, tansiyonunuzun yüksek olması, şeker hastalığı olduğunuzun saptanması durumunda uygun bir donör olmadığınız size bildirilecektir. Hastanızı böbrek yetersizliğine götüren neden ailevi özellik taşıyorsa en az 30 yaşında olmanız ve yapılacak incelemeler sonucunda bu böbrek hastalığına ait hiçbir belirtinin sizde saptanmaması gereklidir. 

Böbrek nakli yapılabilmesi için alıcı ve verici arasında, öncelikle kan gruplarının uyumlu olması şartı aranır. Kan grupları başlıca 0,A,B ve AB olarak dörde ayrılır. O kan grubunda olan bir şahıs her tip kan grubuna (0,A,B ve AB) organlarını bağışlayabilir. AB kan grubundan olan bir hasta ise her dört kan gruplu vericiden organ alabilir. 

Transplantasyon Adayı Hastalar İçin Bilgiler 

Böbrek nakli yapılacak hastalar için kesin bir üst yaş sınırı yoktur. Ancak 65 yaşın üzerindeki hastalarda, ameliyat sonrası sorunlar daha sıklıkla geliştiği için, bu hastalara diyaliz tedavisine devam etmelerini önermek daha yerindedir. 

Transplantasyondan sonra, takılan böbreğin reddini önlemek için verilecek ilaçlar vücut direncinizi ve savunmasını azaltacaktır. Bu nedenle yakın zamanda geçirilmiş bulaşıcı bir hastalık söz konusu ise bu hastalık tamamen iyileşene kadar ameliyat olmanız sakıncalıdır. 

Kanser olan kişilere de böbrek nakli yapılabilir. Ancak bunun için önceden yeterli bir tedavi uygulanmış olması ve en azından 1 yıl süre ile hastalığın tekrarlanmadığının saptanması gereklidir. 

Böbrek yetersizliğine yol açan bir kısım hastalıklarda, takılan böbrekte de aynı hastalık nüksedebilir. Bu nedenle bazı diyaliz hastalarında transplantasyon bir süre için geciktirilir. 

Yakın zamanda kalp krizi veya kısmi felç geçirilmiş olması da ameliyatın ertelenmesini gerektirir. Söz konusu hastalıkların yeterince tedavi edilmesinden sonra böbrek nakli tekrar gündeme gelebilir. 

Önemli olan bir başka konu da, transplantasyonun maddi giderleridir. Bu tedavi şeklinde, ameliyat sonrasında böbreğin reddini önlemek için yaşam boyunca özel ilaçlar uygulanır. Bu ilaçların bir kısmı yurt dışından getirilmektedir ve oldukça pahalıdır. 

Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu'na bağlı ya da devlet memuru olan hastaların tedavi ve ilaç giderlerini ilgili kurumlar karşılamaktadır. 

Ancak sosyal güvencesi olmayan hastaların, oldukça yüklü olan tedavi ve ilaç giderlerini karşılamaları zordur. Bu yüzden hastaların sağlık güvencesine kavuşmaları mutlaka gereklidir. 

Transplantasyondan Önce Hastalara Yapılan İncelemeler 

1. Fizik Muayene: Böbrek transplantasyonuna aday olabilmeniz için önce hekiminiz sizi ayrıntılı olarak muayene edecektir. Genel bir muayenenin yanı sıra; kulak burun boğaz, diş ve kadın hastalar için, jinekolojik muayene de gereklidir. Sayılan muayenelerde herhangi bir sorun ortaya çıkarsa, önceden bunların tedavi edilmesi, ameliyat sonrasında oluşabilecek önemli sorunları önleyecektir. 

2. Kan İncelemeleri: 
Diyaliz tedavinizin yeterliliği, karaciğer fonksiyonları, kan sayımı, vücudunuzda sarılık ya da başka bulaşıcı hastalıklara yol açabilen virüslerin varlığı hakkında hekiminize bilgi verecektir. 

3. Bakteriyolojik İncelemeler:
 Ameliyattan sonra ve reddi önlemeye yönelik tedavilerin vücut direncinizi azaltabileceği daha önce belirtilmişti. Yapılan bakteriyolojik incelemeler, olası bir infeksiyon kaynağını bulmaya yöneliktir. Alınan kültürlerde mikrop üremesi halinde gerekli tedaviler yapılır ve ancak vücudunuz infeksiyondan arındırıldıktan sonra transplantasyon yapılmasına izin verilir. 

4. Radyolojik İncelemeler: 

Göğüs Filmi: Kalbinizin görünümü, akciğerlerinizde herhangi bir hastalık bulunup bulunmadığını kontrol etmek açısından gereklidir. 

Mide Filmi: Midede herhangi bir rahatsızlığın varlığını saptamak ve gerektiğinde transplantasyon öncesinde tedavi edebilmek için önemlidir. 

Çünkü ameliyat sonrasında uygulanan ilaçlardan bazıları mideye zarar verebilir ve var olan bir ülserin kanamasına neden olabilir. 

Mesane Filmi: Bazı hastalarda idrar yaparken, mesaneden idrar borularına ve böbreğe doğru bir taşma ortaya çıkabilir. Bu durum idrar yolu iltihabına yol açabilir. Onun için hastalara idrar sondası takılarak çekilen filmler ameliyat öncesi değerlendirmede önem taşır ve bazen hastanın kendi böbreklerinin çıkarılmasını gündeme getirebilir. 

Anlatılanlar dışında, genel sağlık durumunu kontrol etmek için EKG, ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi gibi başka testler de gerekebilir. Bu tür incelemeler söz konusu olduğunda hekiminiz size daha ayrıntılı bilgi verecektir.

Red Ataklarının Önlenmesi İçin Kullanılan İlaçlar 

Red ataklarının önlenmesi için kullanılan ilaçlara immunosupressif (vücut bağııklık sistemini baskılayan) ilaçlar adı verilir. Bunların başlıcaları Sandimmun Neoral, Prograf, Cellcept, İmuran, Prednol, Deltacortril ve Codelton'dur. 

Organ nakilleri sonrasında takılan organların başarı ile çalışmasındaki en önemli etkenlerden birisi immunosupresyondur. İmmunosupresyon, vücuda verilen değişik ilaçlarla bağışıklık sisteminin baskılanması ve görevini kısmen yapamaz hale getirilmesi anlamını taşır. 

Gerek canlıdan, gerekse kadavradan yapılsın tüm nakil ameliyatlarından sonra vücut, yeni takılan organa karşı, savaşmaya başlar. Adeta nakledilen organı bir yabancı gibi kabul ederek onu vücuttan atmaya, reddetmeye çalışır. 

Bu işi gerçekleştiren, vücudumuzun askerleri de sayılan kanın beyaz hücreleri (lökositler) ve bağışıklık sisteminin dalak, timus gibi diğer organlarıdır. 

Organ nakillerindeki başarının giderek artmasının temelindeki neden immunosupressif ilaçların bulunması ile mümkün olmuştur. 1950'li yıllardan itibaren giderek hem sayıları, hem de kaliteleri artan bu ilaçlar sayesinde bugün organ nakillerinin en önemli sorunu olmaya devam eden red olaylarına karşı daha da başarılı tedaviler yapılabilmektedir. 

Günümüzde sayıları oldukça artan immunosupressif ilaçların kullanılması yalnızca uzman doktorlarınızın gözetiminde ve bilgisi dahilinde yapılmalıdır. Bu kitapçıkta kısaca değişik özelliklerinden bahsedilecek olan bu ilaçların gerek dozlarının ayarlanması, gerekse önemli yan etkileri nedeni ile bilinçsiz kullanımları son derece sakıncalıdır. 

Hekiminiz bazı koşullarda, çoğu kez yan etkiler nedeni ile ilaçlarınızın sayısında ya da dozunda azaltmalar yapabilir. 

Hekiminizin bilgisi dışında red ataklarını önleyen immunosupressif ilaçlarınızı kesinlikle kesmeyiniz ve dozlarında değişiklik yapmayınız. 

Ancak bu ilaçların tümünün birden kesilmesi hem takılan organın reddine, hem de ağır bir hastalık tablosuna yol açarak nakledilen organın ameliyatla tekrar çıkarılmasına yol açabilir. Bazı hastalarda gözlemlediğimiz başarılı nakilden bir süre sonra 'tamamen düzeldim artık ilaca ihtiyacım yok!' düşüncesi ile ilaçların bırakılması bu kötü sonuçları doğurabilir. 

Özellikle organ naklinden sonraki ilk aylar içinde akut rejeksiyon (organ reddi) denilen tablo ile daha sık karşılaşılır. Bu tablo uygun olarak ve hemen tedavi edilmezse nakledilen organda kalıcı hasarlara ve organın kaybına yol açabilir. Bu nedenle transplantasyonun ilk günlerinden başlayarak rejeksiyon (red) gelişmesini engellemek amacı ile ilaçların dozları daha yüksek tutulur. 

İmmunosupressif ilaçların nakledilen organ çalıştığı sürece kullanılmaları zorunludur. 

Süre ilerledikçe akut red olasılığı azalır ve ilaçlar etkin oldukları en küçük dozlarla devam ettirilir. Aşağıda da ayrıntılı olarak açıklanacağı gibi tüm immunosupressif ilaçların istenmeyen yan etkilerinden kaçınmak için gereğinden fazla dozlardan kaçınılmalıdır. 


Sandimmun Neoral (Siklosporin): 

Bu ilacın 1980'li yıllardan itibaren tedaviye girmesi ile transplantasyonda yeni bir dönem açılmış ve red oranlarında anlamlı düşmeler gözlenmiştir. Halen dünyada yaygın olarak kullanılan ilaçlardan biridir. 

Ülkemizde de 25 ve 100 mg'lık kapsüller ve çocuklar için bir mililitresinde 100mg içeren solüsyonlar halinde bulunmaktadır. İlaç iki eşit doz olarak 12 saatte bir alınmalıdır. Kapsüllerinin meyve suyu ile alınması mümkündür. 

Ancak greyfurt suyu ile birlikte alınmamalıdır. Bu durumda ilaç yeterince emilmez. 

Red olayının önlenmesinde başarı ile kullanılırken, akut red ortaya çıktıktan sonra etkisizdir. Kullanımı sırasında doz ayarlanması ilacın kan düzeylerine bakılarak kararlaştırılır. Siklosporin düzeyi ölçümü için kan verileceği zaman son dozdan sonra 12 saat geçmelidir. Yani o günün sabahında, kan örneği verildikten sonra ilaç alınmalıdır. 

Siklosporinin çok önemli yan etkileri de bulunmaktadır. 

Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür. 
* Tansiyon yüksekliği, 
* Böbrek fonksiyon bozukluğu, 
* Karaciğer testlerinde bozukluk, 
* Diş eti büyümesi, 
* Tüylenmede artış, 
* Ellerde titreme, 
* Vücutta uyuşukluk hissi, 
* İshal, 
* Bulantı, 
* Sıcak basması, 
* Baş ağrısı, 
* Şeker hastalığı, 
* Kan yağlarında yükselme, 
* Ürik asit yüksekliği 

Bu şikayetlerin tüm hastalarda olması beklenmez. Siklosporin alan hastalarda bu şikayetler geliştiğinde izlendikleri merkeze başvurmaları gerekir. 

Birçok ilacın sîklosporinle olumlu ya da olumsuz yönde ilişkisi vardır. Bu nedenle herhangi bir ilacı kullanmanız gerektiğinde siklosporinle birlikte kullanılıp kullanılamayacağını hekiminize danışmanız gereklidir. 


Prograf (Tacrolimus: FK506): 

Etki mekanizması yönünden siklosporine benzeyen bir ilaçtır. Red olaylarının gelişmesini engellemekle birlikte tedaviye direnç gösteren bazı akut red olaylarının geri döndürülmesinde de başarı ile kullanılabilir. 

Ülkemizde 1mg. ve 8mg.'lık kapsüller halinde bulunmaktadır. Kapsüllerin yemeklerden 1 saat önce ya da 2-3 saat sonra alınması gerekir. Kullanım sırasında dozajı ilacın kan seviyeleri ölçülerek belirlenir. Bu nedenle doz ölçümü yapılacağı gün ilaç alınmadan kan verilmelidir. Yan etkileri açısından siklosporinle arasında bazı farklıklıklar gözlenebilir. Özellikle kozmetik açıdan yan etkileri siklosporine göre daha azdır. 

Prograf'la ilgili yan etkiler şu şekilde sıralanabilir; 
* Tansiyon yüksekliği, 
* Böbrek fonksiyon bozukluğu, 
* Karaciğer testlerinde bozukluk, 
* Şeker hastalığı, 
* Ellerde titreme, 
* Vücutta uyuşukluk hissi, 
* Uyku bozuklukları, 
* Baş ağrısı. 

Bu yan etkilerin tümünün ortaya çıkması beklenmez. Transplantasyon sonrası uzun dönemde ilaç dozajındaki azalma ile birlikte yan etkilerin ortaya çıkma olasılığı da azalacaktır. 

Sandimmun da olduğu gibi Prograf için de birlikte kullanılan diğer ilaçlar büyük önem taşımaktadır. Bazı ilaçlar kan seviyesini azaltabilir, bazıları artırabilirler. 

Prograf, Sandimmun ya da diğer ilaçlarınıza bağlı olabileceğini düşündüğünüz yan etkilerin varlığında ilacınızı kesmeyiniz. 
Sizi izleyen hekiminize başvurunuz. 

Bu nedenle başka birimler tarafından önerilen ilaçları kullanmadan önce hekiminize danışmanızda yarar bulunmaktadır. 

Sizi izleyen hekiminiz almakta olduğunuz Sandimmun ya da Prograf'dan birini keserek diğerine geçebilir. 

Farklı nedenlerle yapılan bu değişiklik sonrasında hekiminizin önerdiği ilacı alırken hem Sandimmun, hem de Prograf'ı birlikte kullanmamaya dikkat ediniz. 


Cellcept (Mikofenolat mofetil): 

Son yıllarda kullanıma giren ilaçlardan birisidir. Sandimmun ya da Prografla birlikte kullanılabilir. Akut red olaylarını önlemenin yanında kronik dönemdeki red olayları üzerine de olumlu etkileri olabilir. 

250 ve 500 mg.'lık tabletler halinde bulunmaktadır. Genellikle günde 2 - 3 gr olarak kullanılabilir ve iki eşit doza bölünerek 12 saat ara ile alınır. İlacın aç karına ya da yemekten 2-3 saat sonra alınması gereklidir. 

Mide ve barsaklar üzerine olan yan etkileri ön planda görünür. Şiddetli bulantı, kusma ya da ishal nedeni ile bazı hastalar ilacı kesmek zorunda kalabilirler. Önemli bir yan etkisi de kan hücrelerini üreten kemik iliği üzerinedir. Bu şekilde ilaç kansızlığa ve beyaz seri hücrelerinde ileri derecede azalmaya neden olabilir. 

Cellcept aynı zamanda infeksiyonlara eğilimi artırır. Bu ilacı kullanan hastalarda bu yönden belirli aralıklarla kan sayımları yapılması faydalıdır ve gereğinde ilacın dozu azaltılır. 


İmuran (Azathiopurin): 

Transplantasyon tarihinin ilk yıllarından beri başarı ile kullanılan ilaçlardandır. Son senelerde yerini yavaş yavaş Cellcept'e bırakmaktadır. İlaç yapı ve etki mekanizması ile Cellcept'e benzer. 50 mg.'lık tabletlerinden hastanın kilosuna göre günde 50-150 mg arasında kullanılabilir. En önemli yan etkisi kemik iliği üzerine olan baskılayıcı etkisidir. Bu nedenle infeksiyon eğilimini artırır. Kansızlığa yol açabilir. Bunun yanında transplantasyon sonrası gelişen bazı cilt tümörlerinin gelişiminde etkili olabilmekte, saç dökülmesi, eklem ağrısı, karaciğer testlerinde bozukluklara neden olabilmektedir. Kan sayımlarına göre ilaç dozajında azaltmalar yapılabilir. 


Kortizon içeren ilaçlar (Prednol, Deltacortril, Codelton): 

İmuran'la birlikte en eski dönemlerden beri kullanılan ilaçlardandır. Halen birçok merkez tarafından kullanılmaktadır. Transplantasyondan sonraki ilk günlerde yüksek dozlarda kullanılırken dozu giderek azaltılır. Çok değişik mekanizmalarla red olayını önlediğinden birçok yan etkisi olmasına rağmen tamamen vazgeçilebilecek bir ilaç değildir. Son senelerde daha etkin ilaçların çıkması ile hiç kortizon kullanılmadan da hastaların tedavi edilebileceği umudu vardır. 

Kortizonlu ilaçların sabah tok karna tek dozda alınması daha iyidir. 

İyi bilinen yan etkileri şu şekilde sıralanabilir; 

Vücut yağ dağlınınım böylece vücut şeklinin bozulması, karnın büyüyerek kol ve bacakların incelmesi, enfeksiyonlara eğilim, yara iyileşmesinde gecikme, psikolojik açıdan dengesizlik, iştah artışı, şişmanlama, ciltte incelmeler ve cildin kolay tahriş olması, morarmalar ortaya çıkması, sivilceler, tüylenme, yüksek tansiyon, kemiklerde erime, mide ülseri, şeker hastalığı, katarakt. 

Burada belirtilen yan etkiler ciddi boyutlara 
ulaştığında kortizonlu ilaçların bırakılması zorunlu 
hale gelebilir. 

Özellikle doğurma çağında olan ve hekimlerinin izniyle gebe kalan transplantasyonla hanımların bu durumu en kısa sürede hekimlerine bildirmeleri ilaç kullanımı açısından son derece önemlidir. Bu özel durumda, sizin ve bebeğinizin sağlığı için almakta olduğunuz ilaçlarda önemli değişiklikler yapılabilir. 

Bu bölümde anlatılan ilaçların tümü oldukça pahalı ilaçlardır. İlaçlarınızın sürekli temini için sosyal güvencenizin devam etmesi son derece önemlidir. 

Herhangi bir nedenle sosyal güvencenizi 
yitirip ilaçlarınızı temin edemeyecek duruma 
düştüğünüzde, bu durumu sizi izleyen ekibe hemen bildirmelisiniz. 


Tansiyon Düşürücü İlaçlar (Antihipertansifler): 

Transplantasyon sonrası hastaların büyük bir kesiminde hipertansiyonla karşılaşılır. Kullanmak zorunda olduğunuz Sandimmun, Prograf gibi ilaçlar hipertansiyona neden olabilmekte yada hipertansiyonun şiddetini artırmaktadırlar. 

Hipertansiyon tedavisinin temel prensibi olan ilaçsız tedavinin öncelikle uygulanması şarttır. Tuzsuz diyet, egzersiz ve kilo verilmesinden oluşan ilaçsız tedavi son derece önemlidir. Buna karşın özellikle ilaçların yan etkileri nedeni ile ilaçsız yöntemlerle tansiyonu düzenlemek çoğu hastada mümkün olmaz. Bu nedenle hemen hemen tüm hastaların hipertansiyon ilaçları kullanmaları zorunlu hale gelir. 

Hekiminizin başlamış olduğu tansiyon ilacını tansiyonunuz yüksek ölçüldüğünde değil sürekli olarak almanız gereklidir. Tansiyonunuz normal düzeylerde seyrediyorsa bu, almış olduğunuz ilaçlar sayesindedir. Bu durumda ilaçlarınızı bırakıp, tansiyonunuz yükseldiğinde tekrar almanız hatalı bir davranış olacaktır. 

Unutmayınız: 

Tansiyon değerinizin sürekli normal düzeylerde tutulması transplante böbreğinizin uzun ömürlü olmasına yardımcı olacaktır. 


Kalsiyum antagonistleri: 

Özellikle damarlar üzerine olumsuz etki yapan immunosupressif ilaçların olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi açısından bu gruptaki tansiyon ilaçları kullanılması en uygun ilaçlardır (İsoptin, Diltizem, Fibrocard, Altizem, vs.). Bu ilaçlar bir yandan hipertansiyonu tedavi ederlerken diğer yandan da Sandimmun ve Prografın gereken dozlarını azaltmak suretiyle daha ekonomik bir tedavi sağlamaktadırlar. 

Bu gruptaki ilaçların önemli yan etkileri kalpte ritm bozuklukları yapabilmeleri, ödem ve kabızlık oluşturabilmeleridir. 


ACE-inhibitörleri ve AT-II reseptör blokerleri: 

Bir diğer grup hipertansiyon ilacı ACE-inhibitörleri ve AT-II reseptör blokerleri denilen gruplardır. (Enapril, Inhibace, Sinopryl, Renitec, Delix, Cozaar, Diovan, Micardis, Pritor). Bu ilaçlar da tansi-yonu düşürmenin yanında böbrek içindeki basıncı da düşürerek böbrek üzerine olumlu etkiler yaratırlar. Transplantasyon sonrası dönemde ortaya çıkabilen idrarda protein çıkması (proteinüri) durumlarında da tercih edilen ilaçlardır. Ancak önemli yan etkileri nedeni ile mutlak hekim önerisi ve kontrolü ile kullanılmalıdır. 

Böbrek fonksiyonlarında bozukluğa yol açabilmeleri, kan potasyum düzeylerini tehlikeli biçimde artırabilmeleri ve kansızlığa yol açabilmeleri önemli yan etkileridir. Özellikle ACE-I grubu ilaçlar bazı hastalarda şiddetli ve inatçı bir öksürüğe neden olmaları nedeni ile kullanılamazlar. 

Sıkça kullanılan bu iki grup dışında alfa blokerler (Cardura, Doksura), diüretikler (Lasix, Furomid, Fiudex, Fludin), beta blokerler (Beloc, Prent, Dideral, Nortan), diğer kalsiyum antagonistleri (Adalat Crono, Norvasc, Amlodis, Amlocard, Vasocard, Baypress, Dyna-Circ) de başarı ile kullanılabilir. 

Unutulmamalıdır ki her tansiyon ilacının kendine has etki ve yan etkileri bulunmaktadır. Bu nedenle hiçbir ilaca kendiniz başlamayınız. Tansiyonunuzun düzensiz gittiğini gözlemlediğinizde hekiminize danışınız.

1. Canlı veya kadavra vericilerden transplantasyon yapılacak adayların hazırlıkları arasında bir fark var mıdır? 

Hayır, Kadavra böbreği bekleme listesindeki adaylar da tıpkı canlı vericiden transplantasyon yapılacak adaylar gibi incelenir. Ancak bir kadavra böbreği bulunma olasılığının ne zaman gerçekleşeceği belli olmadığı için. zaman geçtikçe önceden yapılmış muayene le bazı laboratuar incelemelerinde değişiklikler olabilir. Bu nedenle kadavra böbreği bekleme listesindeki hastaların belli aralıklarla, fizik muayene ve laboratuar incelemeleri yineletmeleri ger eklidir. Kısaca; kadavra böbreği bekleyen hastalar ameliyata her an hazır durumda olabilir. 


2. Transplantasyon adayı hastaların kendi böbreklerine herhangi bir müdahale yapılır mı? 

Genellikle hastaların kendi böbreklerine dokunulmaz. Ancak, inatçı hipertansiyon, böbreklerde tedaviye dirençli infeksiyon, idrarın mesaneden böbreğe taşması, çok büyük kistik böbrekler söz konusu ise, hastalıklı böbrekler çıkarılır. Bu ameliyat bazı merkezlerde transplantasyondan önce yapılır ve 3-4 hafta sonra yeni böbrek takılır. Bazı merkezlerde ise böbrek nakli ameliyatı yapılırken aynı anda hastanın kendi böbrekleri de çıkarılır. Yalnız her iki ameliyatın aynı seansta yapılması oldukça uzun sürer ve biraz daha risklidir. 


3. Kadavra böbrek listesine kayıtlı hastalar için bekleme süresi ne kadardır? 

ÜIkemizde bugün için kesin bir süre belirtmek mümkün değildir. Listeye çok yeni giren bir hasta, uygun tipte böbrek çıkması ile kısa zamanda transplantasyon şansına kavuşabileceği gibi bazen de uygun bir böbrek çıkmadığı için uzun süre beklenebilir. Olanaklar elverdiğince, uygun böbrek çıktığında daha uzun süre beklemiş olan hastaya öncelik tanınır. Halkımızın bilinçlenerek daha fazla organ bağışında bulunması bekleme süresini kısaltacaktır. 

Halkımızın bilinçlenerek daha fazla organ 
bağışında bulunması bekleme süresini kısaltacaktır. 


4. Kadavra böbrek bulunduğunda hastalara nasıl haber verilir? 

Transplantasyon ünitesinde bilgisayarda kadavra böbreği bekleyen tüm hastaların telefon numaraları kayıtlıdır. Uygun bir kadavra böbreği çıktığında günün herhangi bir saatinde size telefonla haber verilere!,, transplantasyon ünitesine gelmeniz istenecektir. Size daha kolay ve kısa sürede haber verebilmemiz için. varsa, birden fazla telefon numaranızı ve yakınlarınızın da telefon numaralarını bildirmeniz faydalıdır. 

Telefon numaranızda bir değişiklik olduğunda 
bunu hemen üniteye bildirmelisiniz. 


5. Böbrek bulunduğu haberi ile transplantasyon ünitesine çağrılmanız mutlaka böbreğin size takılacağı anlamına mı gelir? 

Hayır. Bir kadavradan elde edilen iki böbrek için yaklaşık 10 hasta üniteye çağrılmaktadır. Burada, hemen yapılan fizik muayene ve acil laboratuar incelemeleri sonucunda, ünite hekimlerinden oluşan bir kurul tarafından karar verilmekte ve durumu en uygun olan 2 hastaya böbrek takılmaktadır. Böbrek takılmayanlara ise bunun nedenleri açıklanır ve hastalar evlerine gönderilir. 


6. Kadavra böbrek, transplantasyon için haber verildiğinde neler yapılmalıdır? 

Öncelikle bu saatten itibaren hiçbir şey yenilmemeli ve içilmemelidir. Bekleme listesindeki bu hastanın küçük bir çantada, kişisel eşyaları (pijama, terlik gibi) her an hazır olmalıdır. Özelikle şehir dışından gelecek hastaların telaşa kapılmamaları ve hazırlanmakla vakit kaybetmemeleri için önemlidir. Çağrıldığınızda yanınıza eşyaları da alarak en hızlı ulaşım aracı ile. uzak bir şehirde oturmaktaysanız mümkünse uçakla, üniteye gelmelisiniz. 


7.Kadavra böbreğin size takılmasına karar verildiğinde ne tür işlemler yapılacaktır? 

Bu karardan sonra, artık hastanede kalacaksınız. O gün diyalize girmediyseniz acil olarak hemodiyalize alınacak ve bitiminde transplantasyon ünitesine yatırılacaksınız. Gerekli ameliyat hazırlıkları ve transplantasyon öncesi ilaç uygulamalarından sonra böbrek nakli ameliyatına alınacaksınız. 

Artık yeni böbreğiniz takılacak ve sizin için yeni bir yaşam dönemi başlayacaktır. 

Böbrek nakli olduktan sonra sizleri artık yeni bir yaşam bekliyor. Yeni böbreğinizle ömür boyu sağlıklı yaşamanız mümkün. Diyaliz dönemine göre daha az kısıtlamalı bir yaşam. Ancak burada da bazı kurallar var. Sağlıklı, kaliteli bir yaşam için pek çok şey sizin elinizde. Doktorlarınız, hemşireleriniz ve size yardımcı olacak diğer sağlık görevlileriyle tam bir işbirliği içinde olmanız sizi daha mutlu kılacaktır. 

Böbrek nakli olduktan sonra hastanın sosyal hayata dönmesi, normal bir aile ve ev hayatı sürdürmesi, daha önceden yaptığı işini yapması mümkündür. Böbrek naklinden sonra beden gücünün yerine gelmesi bir süre alabilir. Naklin ilk aylarında özellikle enfeksiyon hastalıklarından korunmak için hasta kısıtlı bir hayat sürdürmek zorundadır; bu sebeple uyulması gereken bazı kurallar vardır. Bunlar hem böbreğin, hem de hastanın korunması açısından önemlidir. Burada önemli bazı kurallar hatırlatılmıştır. 

Naklin ilk 3 ayında bir Hasta Not Defteri hazırlamanız, tansiyon, ateş ve kan basıncı takibiniz açısından size ve sizi takip eden ekibe kolaylıklar sağlar. Bu deftere; 

1. Günlük ateş takibini (sabah ve akşam), 

2. Günlük ağırlık takibini, 

3. Günlük tansiyon takibini kaydetmelisiniz, 

Tansiyon hep aynı koldan 5 dakika istirahat ettikten sonra ölçülmelidir. Tansiyon ölçtürmeden 30 dakika önce çay, kahve ve sigara içilmemelidir. Digital (bilekten ölçen) otomatik tansiyon aletlerinin kan basıncını yanlış ölçebileceğini hatırda tutunuz, İstirahat sırasında ölçülen tansiyonun 135/85 - 125/75 mm Hg arasında olması normaldir. 

4. Günlük idrar takibine ve ayrıca aşağıdaki noktalara dikkat ediniz. 

5. İlaçları doktorun söylediği biçimde., aynı saatte alınız ve kendi kendinize ilaç dozunu ve miktarını değiştirmeyiniz ve doktora danışmadan ilaç almayınız. 

6. İlk 3 ay lokanta, sinema, otobüs, tren, kahvehane, tiyatro, düğün, nisan, sünnet düğünü gibi halka açık ve kalabalık yerlere gitmeyiniz. 

7. İlk 3 ayda, bir odada iki veya daha çok kişi olduğunda mutlaka maske takınız. 

8. Ellerinizi sık sık yıkayınız, vücut ve diş temizliğine dikkat ediniz. 

9. Kuş beslemeyiniz ve bahçe ve bitkilerle doktor izin verinceye kadar uğraşmayınız. 

10. Beş kilogramın üzerinde ağırlık taşımamaya gayret ediniz. 

11. Böbrek üzerine bastırmayınız veya buraya baskıya neden olacak egsersiz yapmayınız. 

12. ilk bir ay kesinlikle araba kullanmayınız. 

13. Sigara içmeyiniz. 

14. Alkolden uzak durunuz. 

BESLENME 

Böbrek nakli olduktan sonra zararlı maddelerin yeni böbrek tarafından kandan hızla temizlenmesiyle hastanın iştahı açılır. Öte yandan yeni ve normal bir hayata kavuşmak da iştah üzerinde olumlu etki yapar. Aynı zamanda kortizonlu ilaçların (Deltacortil, Prednol, Codelton vb.) iştahı arttırdığı da unutulmamalıdır. Bu nedenler ile çoğu kez hastalar böbrek nakli olduktan sonra çok yemek yiyerek kilo alırlar. 

Diyetteki kısıtlamalar, transplantasyon yapıldıktan sonra, diyaliz dönemine oranla çok azalacaktır. Ancak bu dönemde de uyulması gereken önemli kurallar vardır. 

Kilo artışı ile metabolizma sonucunda ortaya çıkan ve böbrek tarafından uzaklaştırılan atık ürünlerin miktarı artar; bu da böbreğe ayrı bir yük getirir ve böbreğin zarar görme olasılığı artar. Ayrıca aşırı yemek kan şekerinde de yükselmeye neden olabilir. 

Böbrek nakli olduktan sonra: 

İştahınızı frenlemeye çalışmalısınız, lîıınnn için sofraların: ve sade hazırlayınız. Yağsız veya az sıvı yağlı salataları bolca yiyerek açlığınızı bastırmaya çalışınız. Yemekleri küçük tabaklara koyup, lokmalarınızı uzun süre çiğneyiniz. Yemek sırasında su veya düşük kalorili içecekler içiniz. 

Yemekleri doktorunuz aksine bir şey söylemedikçe az tuzlu pişiriniz. Tuzsuz yemek iştahınızı azaltır. Tuzla muamele edilmemiş baharatları kullanmanızda sakınca yoktıır. 

Kan yağlarınızın (kolesterol ve trigliserid) normal olması için kolesterolü yükseltecek gıdalardan kaçınmalısınız. 

Yemeklerinizi zeytinyağı, ayçiçek yağı, mısırözü gibi sıvı yağlarla pişiriniz. Katı yağ yerine buzdolabında yumuşak kalan yağları tercih ediniz. 

Kızartma yerine ızgara, teflon tavada yağsız pişirme, bullarda pişirme gibi yöntemleri kullanınız. Mümkün olduğunca az ekmek yiyiniz. Temizliğinden emin olmadığınız yerlerde yemek yemeyiniz. 

Bal, çikolata, reçel, marmelat ve pasta gibi çok fazla şeker içeren gıdalar kan şekeri yüksek olan hastalarda kesinlikle yasaldır. Kan şekeri normal olan hastaların da bunlardan fazla tüketmeleri uygun değildir. 

Cips, çerez, kuru yemiş gibi atıştırmalık gıdalar sizin için zararlıdır. Bunlardan kaçınmaya özen gösteriniz. Konserve gıdalardan, hazır yemeklerden kaçınınız. Düzenli egzersiz yapmanız hem iştahınızı azaltacak hem de kilo almanızı engelleyecektir. 

Yeni uğraşlar edinmeniz, içinizdeki sanatkarı uyandırmak için çeşitli el işleri ve maket yapma, değişik konularda kitap okuma, satranç öğrenme gibi faaliyetlerde bulunmanız iştahı frenleyecek ve sizi sıkıntılı düşüncelerden uzak tutacaktır. 

Kolesterol içeren Gıdalar 

Kolesterol sadece hayvansal gıdalarda bulunur. Yumurta sarısı ve beyin en zengin kolesterol kaynaklarıdır. Tereyağı, karaciğer, beyin, böbrek, dalak, dil gibi sakatatlar, karides, kalamar gibi deniz ürünleri, kırmızı et, süt ve süt ürünleri de fazla miktarda kolesterol içerirler. 

Eğer ek olarak yüksek tansiyon ve kalp hastalığınız yoksa günlük diyetinizi aşağıdaki gibi düzenleyebilirsiniz: 

Sıvı yağ ve buzdolabında yumuşak olan yağlarla yemek yapılmalıdır. 

Derisi alınmış tavuk, hindi ve balık eti serbestçe kullanıla bilet halde yağı alınmış kırınızı et az miktarda kullanılmalıdır. 

Az yağlı süt, az yağlı ve tuzu alınmış peynir yenebilir. Günde, iki kez 30-35 gram beyaz peynir (sabah ve ikindi), bir veya iki bardak (200 mi) süt ve günde bir kase yoğurt uygun miktarlardır. 

Yumurta haftada iki gün yenilebilir. Eğer kolesterol yüksekliği yoksa sadece beyazı daha fazla da alınabilir. 

Etsiz sebze yemekleri ve salatalar istenildiği kadar tüketilebilir. Muz, üzüm gibi meyveler fazla şeker içerirler, fazla yememeye dikkat etmek gereklidir. Günde iki porsiyon meyve yenebilir (orta boy bir adet elma, orta boy bir adet portakal, orta boy bir adet şeftali, orta boy bir adet armut, yarım muz, 3-4 adet kayısı, 10-12 adet kiraz, 8-10 adet çilek, 2 adet incir, 15-20 tane üzüm, bir dilini karpuz, bir dilim kavun, 2-3 adet mürdüm eriğinin her biri bir porsiyondur.) 

Günde 3-4 ince dilini ekmek tüketilebilir. Hepsi aynı günde, olmamak üzere pilav, makarna, yağsız veya az sıvı yağlı yoğurt ilavesiyle mantı haşlanıp yenebilir. 

Süt ve yoğurt yerine muhallebi, sütlaç yenilebilir. 

EGZERSİZ VE SPOR 

Böbrek nakli olmuş hastaların iş ve egzersiz yapabilme güçleri hemodiyaliz ve periton diyalizi hastalarından daha iyidir ve normal insanlara yakındır. Ancak bu, nakilli hastaların her istedikleri egzersiz programı ve sporu yapabilecekleri anlamına gelmez. 

Spor yapmaktaki amaç daha sağlıklı bir bedene sahip olmak ve ilaçların yaratacağı yan etkileri en aza indirgemek olmalıdır. 

Egzersize başlamak için böbrek naklinden sonra en az 6 hafta beklemek gereklidir. Önceleri, kortizonlu ilaçlara bağlı olarak adale zafiyeti (kas güçsüzlüğü) olabilir. Yapılacak egzersiz kasın çalışma gücünü arttıracak, tansiyonu düşürecek ve böbreklere yük bindirmeyecek şekilde olmalıdır. Aerobik, düz bisiklet sürmek, yürüyüş, temiz bir denizde yüzmek hem kalp ve akciğer hem de kas iskelet sistemi için en iyi, en güvenilir egzersizlerdir. Haftada en az 2 veya 3 kez 30-40 dakikalık (en fazla 180 dakika /hafta) hareket uygun olur. 

Hastaların, vücutlarına darbe gelecek futbol, voleybol, basketbol, tenis, judo vb., sporları kesinlikle yapmamaları, ağırlık kaldırarak vücut geliştirmeye çalışmamaları gerekir. 

Egzersiz yapmadan önce; 

Doktorunuza kalp ve iskelet sisteminin egzersiz için uygun olup olmadığı ve en iyi egzersizin ne olduğunu danışınız. 

Yavaş yavaş başlayıp giderek egzersiz miktarını artırınız. 

Çok soğuk ve çok sıcak ortamlarda egzersiz yapmayınız. 

Egzersiz yaparken pamuklu ve teri emecek giysileri tercih ediniz. o Egzersizin bir yarış olmadığını, amacın ilaçlara bağlı ortaya çıkacak kas ve iskelet sistemini ilgilendiren yan etkileri en aza indirmek, kilo vermek, tansiyonu düşürmek, psikolojik rahatlama sağlamak için bir araç olduğunu biliniz. 

Egzersize bağlı bir problem 
ortaya çıktığında doktorunuza 
danışınız. 

CİNSEL HAYAT 

Böbrek naklinden sonra hem kadın hem erkek hastaların çoğunda diyalize girdikleri döneme göre cinsel arzu ve cinsel güçte artma ortaya çıkar. Böbrek nakli ile vücuttaki hormonlar düzene girer; örneğin hemodiyalizde iken adet görmeyen kadın hastalar adet görmeye başlarlar. Aynı şekilde, erkek hastalarda da diyaliz dönemine göre cinsel güçte belirgin düzelmeler görülür. Ancak, yine de bazı hastalarda ilaçlara ve esas hastalıklarına bağlı olarak (örneğin şeker hastalığı) cinsel güçte azalma (iktidarsızlık) ortaya çıkabilir. Bazen de çocuk sahibi olmamak bir problem olarak karşımıza çıkar. 

Erkek hastalarda ortaya çıktığında çok rahatsız edici olan, cinsel güç azalması tedavi edilebilir bir durumdur. Böyle şikayeti olan hastaların takip eden doktorlarına bunu danışmaları halinde gerekli incelemelerden sonra yakınmalarından tamamen kurtulmaları mümkündür. 

Cinsel problemler, her insanının karşılaşacağı 
sorunlardandır. Lütfen doktorunuzdan size bir zaman 
ayırmasını isteyerek bu tip problemlerinizi iletiniz ve 
çözümlerini talep ediniz. Doktorunuza, aile ile 
hayatınızda sorunlara neden olabilecek bu tip 
rahatsızlıkların çözümü için eşinizle de beraber 
başvurabilirsiniz.. 

Böbrek nakli olmuş kadınlarda ise nakilden sonra adet bozuklukları, az veya çok adet görme, düzensiz adet görme yakınmaları olabilir. Bunun için kadın-doğum doktorları ile temasa geçerek tedavi planlanır. 

İlk 6 hafta cinsel ilişkide bulunmamalısınız. Daha sonrası doktorunuzla konuşarak cinsel ilişkiye başlayabilirsiniz. 

Eşlerden birinde akıntılı bir hastalık varsa mutlaka prezervatif kullanılmalı ve tedavi için doktora beraber başvurulmalıdır. 

Çok eşi olanlarla ilişkiye girmekle ve/veya evlilik dışı ilişkilerle cinsel hastalık kapma ihtimali çok fazladır. Bu tip ilişkilerden kaçınınız. 

Önemli bir problem de nakilden sonra tekrar normale dönen yumurtalık fonksiyonu nedeniyle istenmeden hamile kalınmasıdır. 

Doğum kontrolü için doğum kontrol hapları yasak değildir; ancak kalp, damar sisteminde problemlere yol açabilirler, ayrıca yüksek tansiyonlu hastalar için bu ilaçlar uygun değildir. Spiral kullanmaktan kaçınınız. Takvim yöntemi güvenli bir yöntem değildir. En iyi yöntem erkeklerin prezervatif kullanmasıdır. 

Böbrek nakli olduktan sonra isteyen erkek ve hanım hastalar çocuk sahibi olabilirler. Ancak hanımların böbrek naklinin üzerinden 2 yıl geçmeden hamile kalmaları uygun değildir. Hamile kalmadan önce doktora danışmak gereklidir. Eğer hamilelik yeni böbreğinize yük getirecekse hamile kalmaktan kaçınınız. Bu durumu eşinizle beraber doktorunuzla konuşunuz. 

Hamilelik döneminde yakın takibiniz zorunludur. Hamileyseniz hem doğum doktorunuzun hem de böbrek doktorunuzun öğütlerine uyunuz. 

SOSYAL HAYAT 

Ameliyattan 3 ay sonra işinize dönebilirsiniz. Ancak yaptığınız iş konusunda doktorunuza bilgi vermeniz gereklidir. Uygun bulunmaz ise iş değişikliği yapmanız gerekebilir. 

Öğrenciyseniz okulunuza gidebilirsiniz. Ancak; okullar, fabrikalar gibi kalabalık yerlerde grip gibi enfeksiyon hastalıklarına yakalanma ihtimali fazladır. Kış mevsiminde korunmaya dikkat etmek gereklidir. Grip aşısı olunmasında fayda vardır. 

Nakilden sonra seyahat etmenizde sakınca yoktur. Ancak uzun mesafeli gezilerden önce doktorunuza danışmalı, yanınıza yeterince ilaç almalı, sizi ve hastalığınızı tanıtan bir kart veya rapor bulundurmalı ve gittiğiniz yerde karşılaşacağınız bir problem olduğunda başvurabileceğiniz nakil merkezi veya doktorun adresi ve telefonunu önceden kaydetmelisiniz. 

Organ nakilli hastalar ilaçlarını düzenli kullanıp takiplerine düzenli geldikleri takdirde önemli bir problemle karşılaşmadan uzun yıllar sağlıklı olarak yaşayabilirler. Tüm hayatınızı nakledilmiş böbreğinize odaklamayınız, çünkü organ kaybetme endişe ve korkusu önemli bir stres nedenidir. Stres ise çağımızın en önemli hastalıklarından birisidir. 

Ayrıca, konuya ve hastalığınızla ilgili olarak gelişigüzel kişilerin bilgilerine itibar etmeyiniz. Problemlerinizi doktorunuzla açık seçik olarak konuşunuz. Gerekirse psikolojik destek de isteyebilirsiniz.

"National Cooperative Dialysis Study" e göre; Gastrointestinal hastalıklar en sık hospitalizasyon nedenidir.

Gastrointestinal sistem semptomları sürekli diyaliz tedavisi gören hastaların %80'inde izlenir.

Hammer. J. Osteroreicher. C. Koch. U. et al. Prevalence of Gl symptoms and Helicobacter pylori in patients undergoing chronic hemodialysis. Gastroenterology 1995; 108: A107.


Sık Görülen Gastrointestinal Semptomlar

İştahsızlık: 
Nonspesifik bir semptomdur, üremin bir belirtisi olabileceği gibi diyaliz işlemi, ile ilgili çeşitli nedenlere bağlı da olabilir.

Bulantı-Kusma:
1. Sıvı elektrolit dengesizliği
2. Diyalize başlamadan önceki bulantı genellikle üremik toksinlerin uzaklaştırılması ile ortadan kalkar.
3. Diyaliz tedavisine başladıktan sonrada hala devam eden bulantıda yetersiz diyaliz düşünülmelidir
4. Diyaliz tedavisi sırasındaki bulantı hipotansiyona bağlı olabilir.
5. Diyaliz dışı nedenlere (Serebral ve GİS) bağlı olabilir.


Sık Görülen Gastrointestinal Semptomlar

Dispepsi: 
Batının üst kısmında sürekli veya tekrarlayıcı rahatsızlık hissi olarak tanımlanır.
1. Peptik ülser
2. Gastroözofagial reflü
3. Gastrit
4. Duedenit
5. Gastroparezi
6. ilaçlara özellikle fosfat bağlayıcılara ve demir preparatlarına

Tedavide: 
1. Prokinetik ajanlar
2. Antiasitler
3. H2 reseptör blokerleri kullanılır.


DISPEPSI

Dispepsi son dönem böbrek yetersizliği olan hastalarda sıklıkla izlenen ve spesifik olmayan bir semptomdur.

102 hastayı içeren bir çalışmada;
Hammer, J, Osteroreicher, C, Koch, U, et al. Prevalence of Gl symptoms and Helioobacter pylori in patients undergoing chronic hemodialysis. Gastroenterology 1995; 108:A107.




Konstipasyon:

1. Sıvı ve posalı gıdaların az alınması konstipasyon sıklığını artırır.
2. Kalsiyum veya aliminyum içeren fosfat bağlayıcılar ve demir ilaçları.
3. Aktivitede azalma.
4. Kodein, meperidin gibi analjezik amaçla kullanılan narkotikler.

Komplikasyonları:

1. Obstruksiyon,
2. Perforasyon,
3. Divertikül,
4. Hemoroid


Tedavisi:

1. Lif içeriğini artıracak diet.
2. Yumuşatıcı- Docuzat sodyum 100 mg PO 1-3 kez.
3. Stimulan- Bisacodyl (Bekunis) 5 mg 1-3 PO.
4. Hiperosmotik- Lactuloz (Duphalac) 30 ml PO.
5. Sodyum polisteren sulfonat (Kayexalat) dan barsak nekrozu nedeni ile kaçınılmalıdır. 6. GOLYTELY yüksek elektrolit içeriği ve aşırı hacime rağmen endoskopik incelemeler öncesinde kullanılabilir.


Diyare:

1. Ozmotik
2. Sekretuar
3. Barsak motilitesinin bozulması
4. inflamasyon

- Özellikle hemodiyaliz sırasında karın ağrısı, ateş, sepsis bulguları ve hipotansiyon ile birlikte gelişen kanlı diyare atağı iskemik barsak hastalığı veya barsak infarktüsünü düşündürür.
- Uzun süreli antibiyotik kullanımından sonra diyare gelişti ise clostridium difficile enteritini akla getirilmelidir.
- İnfeksiyoz olmayan diyarede loperamid hidroklorür (Lopermid- diadef 2mg) veya atropin sülfat (Lomotil)kullanılabilir.


Hıçkırık: 
Diyafrağmanın ani, ritmik ve istemsiz bir şekilde kasılması ve glottisin kapanması sonucu oluşan inspiratuar sestir.

1. Diyafrağma irritasyonu
2. Hiponatremi
3. Üremiye bağlı olabilir.

Tedavide: Etkin diyaliz, klorpromazin (Largactil 25-100), metaklopromid (Metpamid).


Diyaliz hastalarında gastrointestinal sistem kbmplikasyonları

Gastrointestinal kanama

1. Helikobakter pilori ve peptik ülser hastalığı
2. Anjiodisplazi
3. Alt GİS kanama
4. Gizli GİS kan kaybı


Pankreatit

1. Akut pankreatit
2. Kronik pankreatit


Viral hepatitler
Mide boşalması
Gastroözofageal reflü
Amiloidoz



KBY, GİS kanaması için bir risk faktörü müdür? Neden?

GİS kanaması olan 482 hastanın 59'unda (%12) KBY

KBY grubunda en fazla ÜGİS kanama nedenleri Anjiodisplazi (p:0,001) ve erozif duodenit (p:0,01) olarak saptanmıştır.

Rekürran kanama KBY grubunda %25, diğer grupta %11 bulunmuştur.
Zuckerman, GR, Cornette, GL, Clouse, RE. et al. Upper gastrointestinal bleeding in patients with chronic renal failure. Ann Intern Med 1985; 102:588.


KBY; peptik ülser için risk faktörü oluşturmakta mıdır?

Transplantasyon bekleyen 249 hasta
- Duodenal ülser %11,
- İnflamatuar değişiklikler %34
Andriulla, A, Malfi, B, Recchia, S, et al. Patients with chronic renal failure are not at a risk of developing chronic peptic ulcers. Clin Nephrol 1985; 23:245.

Transplantasyon bekleyen 75 hasta
- Peptik ülser %8 (Duodenal 5, gastrik 1)
- Süperfisiyal gastrit %66
- Duodenit %40
- Atrofik gastrit %15
- Hipergastrinemi %64
Milito, G, Taccone-Gallucci, M, Brancaleone, C, et al. Assessment of the upper gastrointestinal tract in hemodialysis patients awaiting renal transplantation. Am J Gastroenterol 1983; 78:328.

Hemodiyalize giren 114 hasta
- Peptik ülser %2
- Eritem, peteşi, erozyon %51
Kang. JY. Wu. AY. Sutherland. Vathsala, A. Prevalence of peptic ulcer in patients undergoing maintenance hemodialysis. Dig Dis Sci 1988; 33:774

Peptik Ülser

Her ne kadar önceki çalışmalarda kronik böbrek hastalarında peptik ülser insidansının artmış olduğu söylense de
Milito, G, Taccone-Gallucci, M, Brancaleone, C, et al. Assessment of the upper gastrointestinal tract in hemodialysis patients awaiting renal transplantation. Am J Gastroenterol 1983; 78:328.

Daha sonraki çalışmalarda bu sıklığın artmadığı gözlenmiştir
Andriulla, A, Malfi, B, Recchia, S, et al. Patients with chronic renal failure are not at a risk of developing chronic peptic ulcers. Clin Nephrol 1985; 23:245.


GİS KANAMA NEDENLERİ

6 yılda
41 hasta
53 GİS kanaması
Üst GİS Özofagus. mide, duedenum mukozal inflamasyon %68
Alt GİS Divertikül %33
Anjiodisplazi %15
Recurrens Üst GİS %20 Alt GİS %0
Int Surg. 1990 Apr-Jun;75(2):93-5.





H. pylori

Bir çok çalışmada Helikobakter pilori insidansı diyalize giren ve girmeyen hastalarda benzer olarak saptanmıştır.
247 kontrol, 202 Renal Tx, 76 HD hastası
HP oranı %29-36 ile benzer oranda bulunmuştur.
HD grubunda daha fazla dispepsi %35, %10 (p:0,001)
Tx grubunda HP(+) olanların %98'i, HP(-) olanların %84'ü steroid alıyor.
Davenport, A, Shallcross, TM, Crabtree, JE, et al. Prevalence of Helicobacter pylori in patients with end-stage renal failure and renal transplant recipients. Nephron 1991; 59:597.
Rowe, PA, El Nujumi, AM, Williams, C, et al. The diagnosis of Helicobacter pylori infection in uremic patients. Am J Kidney Dis 1992; 20:574.


HP Gastrin
44 nonüremik HP(+)
45 Üremik HP(+)
Pre-post eradikasyon (2 ay) gastrin seviyesi (pg/ml)
Nephrol Dial Transplant. 1999 Nov; 14(11):2688-91




NSAİİ

NSAİİ ler diyaliz hastalarında sıklıkla kullanılmaktadır, ancak GİS kanama riskini NSAİİ kullanmayan gruba göre daha fazla artırdıkları için kullanımları kısıtlanmalıdır.


ÜST GİS KANAMASI

Aspirin kullanımı kanama zamanını uzatarak Üst GİS kanama riskini artırır, bu nedenle aspirin yarar zarar hesabı yapılarak kullanılmalıdır.

Kanama zamanı uzama; sadece siklooksijenaz enzimi üzerine farmakokinetik etkisi ile açıklanamamaktadır.

Gaspari, F, Vigano, G, Orisio, S, et al. Aspirin prolongs bleeding time in uremia by a mechanism distinct from platelet cyclooxygenase inhibition. J Clin Invest 1987; 79:1788.


ÜST GİS KANAMASI-Angiodisplazi

Anjiodisplazi böbrek yetersizliği olan hastalarda olmayanlara göre üst GİS kanama nedeni olarak daha sık olarak izlenmektedir.

60'ı KBY olan 727 Üst GİS kanamalı hastanın incelendiği bir çalışmada
Chalasani, N, Cotsonis, G, Wilcox, CM. Upper gastrointestinal bleeding in patients with chronic renal failure: Role of vascular ectasia. Am J Gastroenterol 1996; 91:2329.




GIS Gizli kan kaybı

Kronik böbrek hastalarında hematokritte düşüş olmamasına rağmen-gizli kan kaybı- sık görülen bir durumdur.
Bu durumun en sık nedeni gastroduedenal inflamasyondur.
Genel populasyonu hemoccult test ile GİS'i taramak cost-efektiftir.
Ancak böbrek hastalarında yanlış pozitif bulgu arttığı için cost-efektif oran azalır.
Gizli kan kaybına hematokritte düşme ve demir eksikliği eşlik ediyor ise endoskopi düşünülmelidir.
Rockey DC. N.Engl J Med 1993; 329(23):1691-95


TEDAVİ

Üst GİS kanamalı hastaya yaklaşım;

Böbrek hastalığı olan ve olmayanlarda benzerlik gösterir.
Ancak, trombosit fonksiyon bozukluklarının düzeltilmesi gibi bazı özgün tedavi yaklaşımlarını da gerektirir.

Bu sorunun fizyopatolojisi tam olarak aydınlatılamamakla birlikte önde gelen nedenin kalitatif trombosit bozuklukları olduğu gösterilmiştir. Kanama zamanı uzunluğu, trombosit agregasyon testlerindeki bozukluklar ve genellikle protrombin ve parsiyel tromboplastin zamanlarının normal oluşu da patolojinin primer hemostaz aşamasında olduğunu kanıtlamaktadır.
Livio, M., Benigni, A., Remuzzi, G.: Coagulation abnormalities in uremia. Semin. Nephrol 5: 82 (1985).

Bu hastalarda hastanın uyguladığı renal replasman tedavisinin en optimum şekilde yapılması ile diğer komplikasyonların olduğu gibi hemostaz bozukluklarının da oluşmadan önlenmesi sağlanabilir, ideal bir replasman tedavisini sürdüren hastanın toksik metabolitleri istenilen düzeylerde tutulacak, anemi ve hiperparatroidi gibi hemostazı olumsuz etkileyen parametreler ortadan kaldırılmış olacaktır.

1. Bu nedenlerle tedavinin ilk basamağını renal replasman tedavisinin efektif şekilde yapılması oluşturmalıdır. Gerekirse hastaların diyaliz sıklıkları ve süreleri artırılmalıdır. Çoğu kez bu değişiklikler hemostaz bozukluğunu düzeltmede yeterli olmaktadır.
Vigano, G., Remuzzi, G.: Bleeding and coagulation abnormalities. 'Textbook of Nephrology. Editör: Shaul G. Massry and Richard J. Glassock. VVİlliams and Wilkins, Baltimore, 3. Baskı (1995).

Üremik hemostaz bozukluğunda patogeneze etkili olan faktörler

Trombosit fonksiyon bozuklukları

1. Trombosit faktör 3 düzeyinde azalma
2. intrasellüler seratonin ve ADP düzeyinde azalma
3. intrasellüler cAMP düzeyinde artış
4. Tromboksan A2 üretiminde azalma
5. Siklooksijenaz aktivitesinde bozulma
6. Trombosit kalsiyum içeriğinin değişimi
7. Üremik toksinler, paratiroid hormon

Trombosit - damar duvarı ilişkisinin bozulması

1. Vasküler PGI2 üretiminin artması
2. PGI2 metabolizmasında değişiklik
3. FVIII-vWF deki değişimler


Anemi

1. Trombosit adezyonunun bozulması
2. Kan akım paternindeki değişiklikler

Nitrik oksit (NO)'in aşırı üretimi
Vigano, G., Remuzzi, G.: Bleeding and coagulation abnormalities. "Textbook of Nephrology. Editör: Shaul G. Massry and Richard J. Glassock. VVİlliams and VVİlkins, Baltimore, 3. Baskı (1995)


TEDAVİ

Hızla düzeltilmesi gerekli olan hemostaz bozukluklarında tedavi alternatifleri 4 grupta toplanabilir.

1. Eritrosit süspansiyonu transfüzyonu
2. Desmopressin (dDAVP)
3. Kriyopresipitat
4. Konjuge östrojenler


1. Eritrosit süspansiyonu transfüzyonu:


Her transfüzyon sonrasında 4 günlük süre boyunca kanama zamanının normal olarak bulunduğu saptanmıştır. Bu nedenle ancak birkaç saatlik etkinlik sağlayan kriyopresipitat veya dDAVP uygulamasından daha etkili olarak kabul edilir.

Günümüzde son dönem böbrek yetersizliği nedeniyle oluşan aneminin etkili şekilde tedavisini sağlayan rekombinant insan eritropoetini (rhuEpo) da hematokrit (hct) değerindeki yükselmeye paralel olarak kanama zamanı kısaltmaktadır.

Aynı zamanda son senelerdeki yayınlarda rhuEpo nun doza bağlı olarak trom-bopoezi de uyardığı gösterilmiştir.

Hct'in % 26 üzerinde tutulması hedeflenmelidir.
Ellison, R.T., III , Corro, W.M., Fox, M.J., Braman, S.S.: Spontaneous medi-astinal hemorrhage in patients on chronic hemodialysis. Ann Intern Med 95: 704 (1981). El-Shahawy, M.A., Francis, R., Akmal, M., et al.: Recombinant human ery-tropoietin shortens the bleedlng time and corrects the abnormal platelet aggregation in hemodialysis patients. Clin Nephrol 41: 308 (1994). Vigano, G., Benigni, A., Mendogni, D., et al.: Recombinant human erytropoietin to correct uremic bleeding. Am J Kidney Dis 18: 44 (1991).

2. Desmopressin (dDAVP):

Doğal vasopressin analoğu olan dDAVP'nin üremik kanamalardaki etkinliği gösterilmiştir.

Hemostaz üzerine olan etkisini endojen vWF düzeyinin artırılması ile yapar. Genellikle hastaların % 50-75'sinde etkili olur.

Yan etkileri çok sık olmamakla birlikte yüzde kızarma, hafif taşikardi, su retan-siyonu, hiponatremi, arteriyel tromboz ve hafıza kaybı yapabileceği bildirilmiştir.

Aktif üremik kanamalarda ve cerrahi sırasında ortaya çıkabilecek kanamalarda seçilebilir. Ancak tekrarlanan dozlarda etkinliğini kaybeder. Intravenöz, sübkutanöz ve intranasal yollarla uygulanabilir.
Vigano, G., Remuzzi, G.: Bleeding and coagulation abnormalities. "Textbook of Nephrology. Editör: Shaul G. Massry and Richard J. Glassock. Williams and Wilkins, Baltimore, 3. Baskı (1995).

3. Kriyopresipitat:

Faktör VIII, vWF, fibrinojen ve fibronektinden zengin bir plazma ürünüdür. Etki mekanizması tam olarak açıklanamamıştır.

Trombosit, fibrinojen düzeylerinde ve vWF düzeyinde hafif artışa neden olmaktadır.
Janson, P.A., Jubelirer, S.J., Weinstein M.J., et al.: Treatment of the bleeding tendecy in uremia with cryopresipitate. N Engl. J Med 303: 1318 (1980).

4. Konjuge östrojenler:

Etki mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır.

Nitrik oksit prekürsörü olan L-arginin ile hemostaz üzerine olan etkilerinin geri döndürülebilmesi nedeni ile nitrik oksit üzerinden etkili olduğu düşünülmektedir.

Özellikle uzun süreli etkileri nedeni ile tercih nedeni olabilirler
Liu, K.Y., Kosfeld, R.E., Marcum, S.G.: Treatment of uraemic bleeding with conjugated estrogen. Lancet, 2: 887 (1984).




TEDAVİ-Hormonal tedavi

Mide veya kolonda anjiodisplaziye bağlı gelişen GİS kanamalı 7 hasta ortalama 12 ay süre ile östrojen ve progesteron kombinasyonu ile tedavi edilmiş ve hastaların tamamında GIS kanama kontrol altına alınmıştır.
Broner, MH, Pate, MB, Cunningham, JT, et al. Estrogen-progesterone thera-py for bleeding gastrointestinal telangiectasias in chronic renal failure: An uncontrolled Mal. Ann Intern Med 1986; 105:371.

Ancak kontrollü ve ramdomize diğer çalışmalarda benzer sonuçlara ulaşılmamıştır.
Lewis, B, Salomon, P, Rivera-MacMurray, S, et al. Does hormonal therapy have any benefit for bleeding angiodysplasia? J Clin Gastroenterol 1992; 15:99 Foutch, PG. Angiodysplasia of the gastrointestinal tract. Am J Gastroenterol 1993; 88:807.(23-24)


GİS Kanama (TXA yeni bir umut olabilir mi?)
12 E, 8 KOrt. Yaş 63
36 kanama epizodu
16 epizotta TXA
20 mg İV + 4 hafta 10 mg/kg/48 saat PO
Nephrol Dial Transplant. 2003 Jul;18(7):1388-91.




GASTROPAREZİ

Muhtemelen üremi ile ilişkili motilite bozuklukları; iştahsızlık, bulantı ve kusmaya yol açabilir.

Bu durum diyalize başlamanın sık bir nedenini oluşturur ve renal replasman tedavisi başlandıktan sonra genellikle düzelir.

Diyalize cevapsız gastropareziler ise genellikle diyabete bağlı gelişen otonom nöropatiye bağlıdır.
McNamee, PT, Moore, GW, McGeown, MG, et al. Gastric emptying in chronic renal failure. Br Med J Res Ed 1985; 291:310.

Gizli gastropareziler SDBY'li hastalarda malnutrisyona yol açabilirler.

Açılanamayan hipoalbuminemisi olan

6 nondiyabetik hastada sintigrafik olarak gizli gastroparezi tespit edilmiştir. Bu hastalarda prokinetik ajanların kullanılması ile serum albumin konsantrasyonunda artış izlenmiştir.
Ross, EA, Koo, LC. Improved nutrition after the detection and treatment of occult gastroparesis in nondiabetic dialysis patients. Am J Kidney Dis 1998; 31:62.


Bulantı kusması olan diyaliz hastalarında gastroparezi erken dönemde araştırılmalıdır.

Sintigrafi çalışmaları bu amaç için ideal yöntemdir.


GASTROPAREZİ TEDAVİSİ

Hastalar genellikle metoklopramid ve eritromisin gibi prokinetik ajanlara yanıt verir.

Metoklopramid'in hem antiemetik hem de prokinetik etkiniği vardır.

- Oral kullanımda etkisi 60 dakika sonra başlar.
- SDBH'da doz sınırlanmalıdır.
- Yan etkileri arasında; dengesizlik, huzusuzluk, distonik reaksiyonlar, depresyon ve hiperprolaktinemi vardır ve bu yan etkiler ilaç bırakıldıktan sonra genellikle kaybolur.
Eritromisin'in ortalama dozu 3X250 mg/gündür.
- Yan etkiler arasında GİS toksisite, psödomembranoz kolit ve ototoksisite dikkati çeker.


Safra kesesi ve bilier hastalıklar 

Risk

Prevelans konusunda yayınlar arasında tam bir uyum olmamakla birlikte;

- 73 hemodiyaliz hastasının ultrasonografi ile değerlendirildiği bir çalışmada: kolesistit ve kolelitiazis riski sırasıyla %16 ve %26 bulunmuştur.
Hojs, R. Cholecystolithiasis in patients with end-stage renal disease treated with haemodialysis: A study prevalence. Am J Nephrol 1995; 15:15.

- Polikistik böbrek hastalığı olan hastalarda diğer böbrek hastalarına oranla safra yolu dilatasyonuna daha sık rastlanır.
Ishikawa, I, Chikamoto, E, Nakamura, M, et al. High incidence of common bile duct dilatation in autosomal dominant polycystic kidney disease patients. Am J Kidney Dis 1996; 3:321.


Tanı ve tedavi

Üremik olmayan hastalarla benzerdir.




Pankreatit Risk

Hemodiyaliz hastalarında pankreatit riski artar.

- 716 ESRD hastasının değerlendirildiği bir çalışmada 46 hastanın (%6,4) pan-reatit geçirdiği izlenmiştir.
Padilla, B, Pollak, VE, Pesce, A, et al. Pancreatitis in patients with end-stage renal disease. Medicine (Baltimore) 1994; 73:8.

Etyoloji

Alkol, safra taşı gibi klasik faktörlenin yanı sıra vaskuler hastalıklar, ilaçlar, hiper-paratiodizm, polikistik böbrek hastalığında da risk artmaktadır.
Bruno, MJ, van Westerloo, DJ, van Dorp, WT, et al. Acute pancreatitis in peri-toneal dialysis and hemodialysis: risk, clinical course, outcome, and possible etiology. Gut 2000; 46:385.

Fizyopatoloji

Pankreas bazal bikarbonat sekresyonu azalmıştır, ancak sekretin ile stimulasyona normal yanıt verir.

Kolesistokinin, glukagon, sekretinin'in yanı sıra amilaz ve lipaz seviyesinde de artış gözlenir.


Tanı

Amilaz ve lipaz seviyesi normalin 3 kat üzerinde olması, pankreatik izoamilaz aktivitesinin %80'i aşması; pankreatit tanısını güçlendirir.
Royse VL, Jensen DM, Corwin HL: Pancreatic enzymes in chronic renal failure. Arch Intern Med 147:537, 1987.

Şüpheli durumda görüntüleme yöntemlerinden yararlanmalıdır.
Silverstein, W, Isikoff, MB, Hill, MC. Diagnostic imaging of acute pancreatitis: prospective study using CT and sonography. AJR Am J Roentgenol 1981; 137:497.

Pankreas Tedavi

Üremik olmayan hastalardaki gibidir. Safra taşı yada alkol gibi klasik etyolojik faktörlerin yanı sıra ilaçlar ve hiperkalsemi de düşünülmelidir. Ek olarak teorik risk nedeni ile heparin kısıtlı kullanılmalıdır.


Prognoz;

Alkole bağlı pankreatitlerde ESRD hastalarının psödokist gelişimi ve mortalitesi daha yüksektir.
Joglar, FM, Saade, M. Outcome of pancreatitis in CAPD and HD patients. Perit Dial Int 1995; 15:264.

ALT GİS

Diyaliz hastalarında bazı önemli alt GİS hastalıkları nedenleri.

1. Üremik kolit
2. İskemik barsak hastalığı
3. Spontan kolon perforasyonu
4. Kayexalata bağlı kolon nekrozu
5. Fekaloma
6. Anjiodisplazi
7. Divertiküler hastalık
8. Diyalize bağlı amiloidoz


Üremik kolit: 

Günümüzde nadiren gözlenmektedir. Rutin kolonoskopi incelemede sıklığının arttmış olduğu belirtilmektedir.
Brown, KM. Isolated ascending colon ulceration in a patient with chronic renal insufficiency. J Nat Med Assoc 1992; 84:185.


İskemik barsak hastalığı:

1. İleri yaş
1. Periferik damar hastalığı
1. Hipotansif atak.

Klinik:

1. Asemptomatik
2. GİS kanama
3. Karın ağrısı
4. Dolaşım kollapsı.

Küçük bir çalışmada; iskemik barsak tespit edilen 6 hastanın karın ağrısından önce, tümünde lokositoz, 5'inde hipotansiyon, 4'ünde gaitada gizli kan izlenmiştir.

Dahlberg, PJ, Kisken, WA, Newcomer, KL, Yutuc, WR. Mesenteric ischemia in chronic dialysis patients. Am J Nephrol 1985; 5:327.


Spontarı kolon perforasyonu: 

Akut karın ağrısı olan hastalarda akla gelmelidir.

1. Aliminyum içeren antiasitler
2. Baryumlu çalışmalar
3. Fekalom
4. Dehidratasyon.


Prognoz;

Üremik olmayan hastalara göre daha kötüdür.
Bischel, MD, Reese, T, Engel, J. Spontaneous perforation of the colon in a hemodialysis patient. Am J Gastroenterol 1980; 74:182.


Kayexalate bağlı kolon nekrozu: 

Esas sorumlu karışımdaki sorbitoldur.

1. Azalmış kolon motilitesi (postoperatif ileus, opioit)
2. Hipertonik sorbitolin direkt mukozal hasarı


Koruyucu girişimler

1. Kayexalate enema olarak verilecek ise sorbitolden kaçınılması
2. Oral kayexalate verilecek ise lactuloz ile birlikte kullanımı
3. Postoperatif dönemde kayexalat'dan kaçınılması.
Roy-Chaudhury, P, Meisels, IS, Freedman, S, et al. Combined gastric and ileocecal toxicity (serpiginous ulcers) after oral Kayexalate in sorbitol thera-py. Am J Kidney Dis 1997; 30:120.


Fekalom:

1. Fosfat bağlayıcılar
2. Demir içeren ilaçlar
3. Analjezikler
4. Sedanter yaşam

Tedavi agresif olmalıdır.

1. Liften zengin diyet
2. Analjezik ve aliminyum içeren antiasitlerden kaçınma
3. Artmış fiziksel aktivite
4. Laksatifler (Lactulose 15-30 ml/gün. Bisacodyl 5 mg 1*1 PO veya 10 mg supp.)
5. Konservatif tedaviye yanıt yok ise, intestinal obstruksiyon varsa cerrahi tedavi yapılmalıdır.


Anjiodisplazi:

- Alt GİS kanamaların %30'unu oluşturur.
Zuckerman, GR, Cornette, GL, Clouse, RE, et al. Uppergastrointestinal bleed-ing in patients with chronic renal failure. Ann Intern Med 1985; 102:588.

Divertiküler hastalıklar:

- PKBH hariç diyaliz hastalarında risk artmamıştır.
Sheff, RT, Zuckerman, G, Harter, H, et al. Diverticular disease in patients with chronic renal failure due to polycystic kidney disease. Ann Intern Med 1980; 92:202.
- Daha genç yaş grubunda görülür
- Daha ciddi seyreder
- Fekal peritonit ihtimali daha yüksektir.
- NKF-DOQI Sık divertikülit episodları PD için relatif kontrendikasyon oluşturur.
- Transplant hastalarında semptomlar (İS) silik olabileceğinden, mortalite dahayüksektir.
Church, M, Braun, WE, Novick, AC, et al. Perforation of the colon in renal homograft recipients. A report of 11 cases and a review of the literatüre. Ann Surg 1985; 203:69.

Semptom ve tedavisi üremik olmayan hastalarla benzerdir.

HEPATİT NEDİR? 

Hepatit; epidemik sarılık diye de bilinen, karaciğerin viral enfeksiyonudur. Bugüne kadar tesbit edilmiş 7 hepatotrop virus bulunmuştur. Bunlar: A, B, C, D, E, F, G. Her virüsün klinik tabloları ve biyoşimik labaratuvar tetkikleri aşağı yukarı aynı olmakla birlikte, klinik gidiş, sürvi, bulaşma yolları ve bakteriyolojik tetkikleri her virüsün kendine özgüdür. 

HEPATİT A 


Diyaliz hastalarında Hepatit A insidensi, normal populasyondan daha fazla değildir. Diyaliz hastalarında da olağan seyrini izler ve kronikleşmez. 

HEPATİT B 

Hemodiyaliz hastalarında normal populasyona göre daha fazla oranda görülür. Genellikle belirti vermeden gripal enfeksiyon gibi geçer. Tek şikayet halsizliktir. Açıklanamayan karaciğer enzimleri yüksekliği araştırılırken ortaya çıkar. Eritropoetin hormonu (Eprex, NeoRecormon) kullanımı ile kan naklinin azalması, aşılama nedenleri ile eskiden hemodiyalizdeki sıklığı %10'dan %1'e inmiştir. Olguların %50'si kronikleşmeye meyillidir. Hemodiyaliz hastaları rutin olarak 2-3 ayda bir taranmalıdır. Hepatit B virüsü tüm dünyada akut ve kronik hepatitler, siroz ve karaciğer kanserinin en önemli nedenidir. Virüs başlıca kan yoluyla ve infekte serum, semen ve tükrük gibi vücut sıvılarıyla temas sonucunda bulaşır. 

Hemodiyaliz hastalarının yüksek risk altında olmalarının en önemli nedeni yeterli temizlik yapılmayan hemodiyaliz makineleridir. Hepatit B virüsünün çevresel yüzeylerde yedi günden uzun süre canlı kalabilmesi bu şekilde dolaylı bulaşmayı kolaylaştırmaktadır. 

HBV infeksiyonunda kuluçka süresi 45-160 gün arasında değişmektedir. Akut hepatit çoğunlukla sarılıkla birlikte olmakla beraber, sarılık olmaksızın da sıklıkla bulunabildiği ve bu hastalarda kronik enfeksiyon gelişmesi riskinin arttığı unutulmamalıdır. 

Akut hepatitte görülen başlıca biyokimyasal değişiklikler, karaciğer enzmleri (SGOT, SGPT) ve sarılık olan olgularda kan bilirubin düzeylerinde artıştır. 

Özellikle SGOT 1000-1500 IU/L düzeyine yükselir. Labaratuvar tanısında en önemli göstergeler HBs antijeni ve IgM yapısında anti-HBc varlığıdır. 

LABARATUVAR 

HBsAg Enfeksiyon varlığını gösterir. 6 aydan uzun süren pozitifliği kronikleşmeyi gösterir. AntiHBs Vücudun antikor cevabını gösterir. AntiHBc IgM Aktif enfeksiyonu gösterir. AntiHBc IgG Geçirilmiş enfeksiyonu gösterir. HBeAg Bulaştırıcılığı gösterir. HBV DNA Virüsün vücutta varlığını gösterir. 6 aydan uzun süreyle HBsAg pozitifliği ile birlikte karaciğer enzimlerinin de normalden yüksek bulunması kronik hepatite işaret eder. Kesin tanı karaciğer biyopsisi ile konur. 

Kronik aktif B hepatiti hemen daima siroz ile sonuçlandığından, infeksiyonun ve karaciğerdeki iltihabın kontrol altına alınması şarttır. Bu amaçla kullanılan en yaygın ve etkili tedavi yöntemi interferon tedavisidir. 

HEPATİT C 

Hepatit C Virüsü (HCV) hemodiyaliz hastalarında kronik karaciğer hastalığının en sık nedenidir. Olguların %60-70'inde kronikleşir. Hemodiyaliz hastalarında tedavi süresi uzadıkça anti HCV pozitif hasta sayısı artmaktadır. Hepatit C virüsü bir RNA virüsüdür. 

Başlıca bulaşma yolları kan nakli, kan ürünleri ile bulaşmış iğne batması, organ transplantasyonu, anneden fetüse doğum esnasında ve cinsel ilişkidir. 

HCV'nün tüm bulaşma yolları henüz kesin olarak bilinmemektedir. HCV enfeksiyonu değişik klinik özellikler gösterebilir. Akut HCV enfeksiyonunda genellikle sarılık yoktur ve hastalar farkında olmadan akut enfeksiyonu geçirirler. HCV enfeksiyonu en fazla kronikleşen viral hepatit nedenidir. Tanıda Anti HCV testi ve HCV RNA testi yapılır. Tedavide interferon uygulanmaktadır. 

AİDS 

HIV virüsü ile infekte kişilerde belirti ve bulgular belirtisiz taşıyıcıdan multisistemik bir hastalığa kadar geniş bir spektrum gösterir. İlerlemiş AIDS'de halsizlik, zayıflama, hayatı tehdit eden infeksiyonlar ve tipik olmayan kanserler izlenir. 

HIV ile infekte olan hastalarda böbrek hastalığı insidansı % 2-10 arasında bildirilmiştir. Bu hastaların bir kısmında son dönem böbrek yetmezliği veya akut böbrek yetmezliği görülmekte ve hastalara diyaliz tedavisi uygulanmaktadır. 

KBY'li hastalara kan transfüzyonu, renal transplantasyon, iğne batması veya cinsel temas ile de HIV enfeksiyonu bulaşabilir. Diyaliz ünitelerinde, HIV enfeksiyonu olan hastalarda, genel dezenfeksiyon kuralları yeterlidir. 

İshal, solunum problemleri olan şiddetli AIDS hastalarında diyaliz esnasında toplum kaynaklı enfeksiyonların bulaşmasını önlemek için izolasyon yapılmalıdır. 

Hemodiyaliz personeli mutlaka eldiven giymeli, tüm keskin maddeler ve iğneler diyalizden sonra uygun şekilde imha edilmelidir. 

Hemodiyaliz makinasının ayrılması gerekmez. Diyalizden sonra makinanın dışı hipoklorit, içi formaldehit ile temizlenmelidir. Ülkemiz koşullarında sosyal ve ruhsal gerekçelerle HIV pozitif hastaların makinaları ayrılabilir. 

Diyaliz tedavisine ilk kez alınacak hastalarda, tedaviye başlamadan önce HIV taranması ve 6 ayda bir HIV tetkikleri yapılmalıdır. 

Hastalar ve sağlık personeli için AIDS konusunda bir eğitim programı uygulanmalıdır. 

HIV enfeksiyonunun infektivitesinin düşük olduğu ve kolaylıkla dezenfekte edilebileceği unutulmamalıdır. 

56 C ısıda 8 dakika, 60 C ısıda 6 dakika, %70'lik ethanol, isopropanol veya chlorine ile 15-20 sn. de etkisiz hale gelir. 


HEMODİYALİZ PERSONELİ VE HASTALARI İÇİN HEPATİT ÖNLEMLERİ 

Hastaların ve infeksiyona duyarlı personelin (yani antikor pozitif olmayanın) her 3-6 ayda bir HbsAg, AntiHbs yönünden takibi. 
AntiHbs pozitif olan hastaların her yıl takibi. 

HbsAg pozitif hastaların izolasyonu. Bu hastalarla ilgilenen personelin koruyucu kıyafet kullanması (eldiven, gözlük, elbise gibi).

Bütün kontamine materyalin otoklava konması veya yakılması 

Yüzeylerdeki kan lekelerinin % 0,5-1,0 sodyum hipoklorit solüsyonu ile temizlenmesi Kan almada kullanılan iğnelerin uygun bir kaba koyarak yok edilmesi

Dezenfeksiyon ve kan transfüzyonunun kısıtlanması etkili kontrol önlemleridir. 

Koruyucu önlük ve tek kullanımlık eldivenler, rutin olarak diyaliz ünitesinde kullanılmalıdır. Önlükler diyaliz ünitesi dışında kullanılmamalıdır. 

Standart hasta bakımında eldiven kullanılmalı ve hastaya temas sonrası eller yıkanmalıdır., mümkünse el değmeden kullanılabilecek sabunluklar kullanılmalıdır. 

Diyaliz hastaları ve personel düzenli olarak HBV'ne karşı aşılanmalıdır. 

Tüm kontamine materyal otoklavlanmalı veya yakılmalıdır. 

Kan ile temas eden tüm yüzeyler % 0,5-1,0 sodyum hipoklorit ile temizlenmelidir. 

Tek kullanımlık olmayan diyaliz materyalinin temizlik ve sterilizasyonuna azami dikkat gösterilmelidir. 

Makinaların dezenfeksiyonu usulüne uygun ve tam olarak yapılmalıdır. 

KONU 1 : Aile ve yakınlarının uygun davranış biçimleri ne olmalıdır? 

Öncelikle: Bu konuda tek bir cevap, tek bir anahtar çözüm ve tek bir yaklaşım olmadığını kabul edelim. Diyaliz ünitelerimizdeki gözlemlerim ve psikolojik destek amaçlı görüşmelerimden edindiğim izlenimlerim doğrultusunda aşağıdaki noktalara dikkat çekmek isterim. 

1. Hastalarımızın diyalize başlama yaşları 
2. Diyalize girinceye kadar geçirdikleri süreç 
3. Hastalarımızın aile yapısı (diyalize girme süreci öncesi ve sonrası ailenin tutumu, tepkileri) 
4. Hastalarımızın genel kişilik yapısı özellikleri 

Tüm bu noktalar, hastalarımızın tepkilerinde ve çevrelerine yansıttıklarında, kanımızca çok önemli olmaktadır. 

1. Diyalize Başlama Yaşı: 

"Makineli yaşam tarzı"nı benimserken yaş faktörü: yaşam ile ilgili beklentiler; amaçlar ve kişilik yapılanmasında öne çıkarılan "savunma mekanizmaları" açısından önem kazanmaktadır. Örneğin: Lise çağında hemodiyalize başladığını düşündüğümüz bir kişi ile emeklilik döneminde ele aldığımız diğer bir bireyin yaşam ile ilgili beklentilerinde, amaçlarında ve hastalık süreci değerlendirmelerinde yaklaşımlarının aynı olmadığını gözlemlemekteyiz. 

Lise çağında okuluma devam etmeli miyim, hastalık süreci yaşamımı nasıl etkiler, arkadaşlık ilişkilerimde rahatsızlığımı nasıl ortaya koyabilirim, yaşamımda sadece hastalığıma mı odaklanacağım tarzında sorgulamalar söz konusu olurken emeklilik çağında "zaten yaşamım iş hayatı bittiği için durağan geçiyordu şimdi hastalıkla birlikte yeni bir uğraş süreci başladı artık hemodiyaliz benim için bir "iş oldu" tarzında tepkiler alınabilmektedir. Tabii tüm bu saydıklarımız çok çeşitli tepkilerden sadece bazılarıdır ve yalnızca "yaş" faktörü ile açıklanmaları kanımızca sakıncalı olur. Aşağıda ele almaya çalışacağımız diğer faktörlerde hastalarımızın tepkilerinde belirleyici olmaktadırlar. 

2. Diyalize Girinceye Kadar Geçirilen Süreç: 

Bu "süreçten" kastedilen "makineli yaşam" ile tanışmaya kadar geçen "hastalık" sürecidir. Bazı hastalarımızın "zaten o kadar uzun bir süredir hemodiyalize girebileceğim endişesi ile yaşıyorum ki hekimim artık bu bir gereklilik oldu dediği gün hiç şaşırmadım" dediklerini not ediyorum. Bu sürece psikolojik gözlem açısından baktığımda "hem korkulu bir bekleyiş ama hem de kişinin kendisini alıştırma süreci" olarak değerlendiriyorum. Oysa bazı hastalarımızda "1 hafta önce hiçbir şeyim yoktu aniden hastaneye kaldırılmışım ve kendimi makineye girer buldum" açıklamalarının geri planında "makine ve diyaliz gerçeği ile aniden tanışma" gözlemliyorum. Bu "gerekli ve ani tanışmanın" getirebileceği yoğun kaygı duygularına özellikle tüm hasta yakınlarının dikkatlerini çekmek istiyorum. 

3. Hastalarımızın Aile Yapısı: (Diyalize girme süresi öncesi ve sonrası ailenin tutumu, tepkileri) 

Hastalarımızın; ailesi ve yakın çevresinin onları doğru ele alış biçimlerinin ve ruhsal desteklerinin son derecede önemli olduğunu belirtmeden geçemiyorum. Doğru ele alış biçiminden anladığım ise "hastalarımızın ruhsal ihtiyaçlarını hissederek onlara gerekiyorsa! yardım etmektir". 

Örneğin: Diyaliz çıkışında o gün yorgun olduğu için odasında yalnız kalıp dinlenmek isteyen bir hastamızın yanında olup konuşmaya ve onu neşelendirmeye çalışan bir yakını aslında hastamızın o anki ruhsal ihtiyacına karşılık verememektedir. Doğru ruhsal yardım: gerektiği zaman ve hastamızın kendi ruhsal ihtiyaçlarını doyurma yönünden yapılanıdır. "Gerektiği zaman ve yeteri kadar iyi yardım eden bir aile yapısı - her zaman ve gerekmediği kadar çok! yardımcı olmaya çalışan bir aileye tercih edilir". Çünkü amaç: Hastalarımızı her zaman birer birey olarak ele almak ve onları "acizleştiren ve/veya bebek"leştiren davranışlardan kaçınmaktır. Dolayısıyla burada önemle vurgulamak istediğim; ailenin ruhsal yardımının zaman ve miktar açısından son derecede önemli olduğudur. Bu yardım diyalize yeni başlayan hastalarımızda ve zaman zaman geçirilebilen karamsarlık süreçlerinde çok büyük değer kazanmaktadır. Doğru ve doz açısından! gerektiği gibi ayarlanmış ruhsal yardımın hastamızı psikolojik olarak güçlü kılmak açısından sayılamayacak kadar çok yararları olduğunu düşünüyorum. Burada önemle vurgulamak istediğim bir diğer husus da: 

Rahatsızlık öncesinde de iyi işlediğini düşündüğümüz aile yapılanması (yardımlaşma, zorluklara birlikte göğüs germe, mutlulukları paylaşma gibi ortak tepkiler) hastalarımızın ruhsal açıdan güçlenmesinde çabuklaştırıcı rol oynamaktadır. Hastalık süreci ve "hemodiyalizli yaşam" aşamasında da aile fertlerinin tutumu hastalarımızın tepkilerine olumlu veya olumsuz şekilde yansıyabilmektedir. 

4. Hastalarımızın Genel Kişilik Yapısı Özellikleri: 

Hastalıklara ruhsal tepkilerimizde kişilik yapısı özellikleri belirgin olarak rol oynamaktadır. Zorlu yaşam süreçlerine nasıl tepki verdiğimiz, onları yaşamımıza nasıl uyarladığımız, "kriz" dönemi sayılabilecek "hastalığa" alışma dönemini de net olarak belirlemektedir. Özet olarak söylemek gerekirse "böbrek rahatsızlığı süreci ve hemodiyaliz tedavisinde" kişilerde yepyeni kişilik yapısı özelliklerinin ortaya çıktığını söylemek kanımızca doğru olmaz. "Kişilik yapısı işleyişinde zaten var olan veya bastırılan özellikler daha belirgin olarak ortaya çıkabilir". Mesela; zaten çevresinde "sinirli" olarak tanınan bir kişinin bu özelliğinin artık iyice belirginleşmesi gibi. 

Burada da genellemelerden kaçınmak ve rahatsızlık sürecinin çeşitli dönemlerinde (makinaya alışma, hastalığı kabullenme veya değişik kararlar aşamasında -böbrek nakli sorgulaması gibi-) çok çeşitli tepkilerin verilebileceğini; aile fertlerinin bunlara yaklaşımının sağduyulu ve uyumla yapılması gerektiğinin altını çizmek isterim. 

Gözlemlerimi sizlerle paylaşırken amacım önemli noktalara dikkatinizi bir kez daha çekmekti. Tüm yukarıda sayılanlar çok özet bir cümlede toparlamak gerekirse: 

"Hastalarımıza aile fertlerinin yapacakları en önemli ruhsal yardım, onlara sağduyulu, anlayışlı" gereken miktar ve zamanda hasta kişilik yapısı, yaşı ve yaşadıkları göz ardı edilmeden yapılanıdır" demek isterim. 


Konu 2: Hemodiyaliz ve Psikolojik Tepkiler 

Diyalizde farklı tedavi seçenekleri, (hemodiyaliz, periton diyalizi gibi) bireyin hayatını sürdürürken, psikolojik ve sosyal açıdan gereksinimlerini de en üst düzeyde doyurabilmesini amaç edinmektedirler. Hekimin uygun bulduğu ve kişiyi yönlendirdiği hemodiyaliz tedavisinde hangi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir. Kısaca ele alalım: 

Tedaviye İlk Başlama Sürecinde "Makineyi" ve tedavi şeklini kabullenmede yoğun güçlükler ve bu zorlukların getirdiği: aşırı sıkıntı, sinirlilik, isyan, hayal kırıklığı, tedaviye direnç, yoğun öfke; bazen de kişilik yapısı özelliklerinin bir sonucu olarak: aşırı suskunluk, kendini bırakmışlık, her şeye boyun eğen bir tavır, aileye karşı ve kendi iç dünyasında yoğun suçluluk duygulanımı-benim yüzümden güçlük çekiyorlar, ben eskiden yaşantımda şu yanlışları yapmasaydım bu bana ve aileme ceza olarak verilmezdi düşünceleri yoğun endişe hali ve yaşama dair önemli sorgulamalar karşılaşılan tepkilerden ve duygulanım süreçlerinden bazılarıdır. 

Bu tepkilere ve izlenebilecek birçok değişik duygusal duruma 

. hastanın "iç dünyasında" kendisinden, 
. ailesinden, çevresinden, 
. tedavi ekibinden, 

değişik cevaplar gelir. Bu aşamada yapılabilecek en doğru girişim: Tepkisi ne olursa olsun, hastamıza: ailesi ve tedavi ekibi olarak: yanında olduğumuzu hissettirmek, onu DİNLEMEK GÜVEN DUYMASINI SAĞLAMAK, YORUM YAPMAMAYA ÇALIŞMAK, (Ben olsaydım şöyle düşünür, yapardım tarzından olabildiğince kaçınmak) ve İŞBİRLİĞİ YAPMAK (aile, hasta, tedavi ekibi) olmalıdır. 

Tedavi Sürerken 

Bazı bireylerin kişilik yapısı özellikleri tedaviye uyumu kolaylıkla gerçekleştirebilirken; bazen, diğerlerinde: "isyan duygulanımı, tedaviye uyumu reddetme, yoğun karamsarlık duygulanımı, bezginlik hissi -ne kadar sürecek?-, tekrar hastalık sürecini sorgulama, değişik açıklamalar ve mucizevi çözümler arama: "beni anlamadılar, ben filanca memlekette olsaydım başka olurdu …", fiziksel ve sosyal yetersizlik hisleri, diyaliz ekibine düşmanca tavır (ve-veya aileye çevreye), diyete uymamak; sürekli istemek ama istekler gerçekleşse bile memnun olmamak" tavrı gelişebilir. 

Bu aşamada da aile ve tedavi ekibi işbirliği gerekmekte: Hastayı "anlar", onu tepkilerinde "kabullenir", "doğruyu bulmasına ve iletişimi sürdürmesine yardımcı tutum sergileyebilmek" amaç edinilmelidir. 

Özetle belirtmek gerekirse: Hemodiyaliz ile tedavide, kişisel tepkileri ne olursa olsun, hasta bireyinde; ''kendisi'' için yapması gerekenler vardır. 

HASTA BİREY : 

. Tedavinin her aşamasında tedavi yöntemleri, çeşitli diyet kısıtlamalarının sebepleri, diyaliz seansının nasıl geçtiği hakkında bilgilenme talebini tedavi ekibine iletmeli 

. Beklentilerini, duygulanım ve düşüncelerini açık, -saygıyı ve tedavi ekibinin de sınırlarını gözeten tutumda - iletişim ortamında paylaşmalı 

. Hemodiyaliz tedavisini "yaşamına" olabildiğince gerçekçi bir biçimde (ne tamamıyla yok sayarak ne de tamamıyla tedaviye odaklanarak) yerleştirmeli 

. Kendisine sosyal kişisel amaçlar edinirken, kendi yaşamının denetimini kendisi yapabilmeli, etrafına aşırı bağımlılıktan kaçınmalı 

. Yaşam sürerken "hemodiyalizi" kendisi ve ailesi açısından; tüm psikolojik ve sosyal sorunların tek ve ana kaynağı olarak görmekten kaçınmalı 

. Aşamadığını düşündüğü sorunları tedavi ekibi psikoloğu ile: "güven ortamında, gerekirse uzun süreli görüşmelerde" ele almaktan kaçınmamalıdır. 

Sözlerimi bitirirken: "güven" ortamında "Bilgilenme isteği" ve "Bilgilendirmenin" esas alındığı, Aile-hasta-ekip işbirliği ve iletişiminin sürekli kılındığı hemodiyaliz tedavi ortamının, hastaya olumlu ruhsal etkilerini bir kez daha vurgulamak isterim.

Diyaliz hastalarındaki kemik hastalığı esas olarak "Sekonder Hiperparatiroidizm" denilen "Parathormon" yüksekliği ile karakterize hastalığa bağlı olarak gelişir. Henüz, kronik böbrek yetmezliği dönemindeyken (diyaliz öncesi dönem) bile bir çok hastada bu durum mevcuttur. 

Hiperparatiroidizm denilen hastalığın nedenleri; 

1. Kalsiyum elementinin kan seviyesinin düşüklüğü 
2. Vücuttaki D vitamininin azlığı 
3. Kanda fosfor yüksekliği'dir. 

D vitamini azlığı; bu vitaminin vücutta işe yarar aktif formu böbreklerden salınan bir enzim sayesinde oluşur. Böbrek yetmezliğinde bu enzim yeteri kadar oluşamadığı için kanda D vitamini miktarı azalır. 

Kan fosforunun yüksek olması; paratiroid bezi denilen ve kana parathormon adlı hormonu salgılayan bezi direk olarak uyararak kan parathormon miktarını artırır. 

Kan kalsiyumunun düşük olması; parathormon üzerindeki kalsiyumun baskılayıcı etkisinin azalmasına ve dolayısıyla da parathormonun artmasına neden olur. 

Sonuç olarak; kan kalsiyum düzeylerinin kronik olarak düşük olması, kan D vitamini seviyesinin düşük olması ve kan fosfor düzeyinin yüksek olması paratiroid bezinin orijinal boyutunun birkaç katına kadar büyümesine neden olur. Normalden daha büyük olan bu bezden salgılanan parathormon miktarı da artarak kan parathormon seviyesinin yüksek olmasına, yani "Sekonder Hiperparatiroidi" denilen ve kemiklerde bir takım tahribata neden olan hastalığa yol açar. 

Bir diğer kemik hastalığı da "Alüminyum'a bağlı kemik hastalığı"dır. Kan alüminyum düzeyinin yüksekliği kemik üzerinde toksik etkiye neden olur. Kan alüminyum miktarının yükselmesi, diyalizat suyundan, ya da alüminyum içeren fosfor bağlayıcı ilaçların (antepsin, alujel) çok uzun süre kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Alüminyuma bağlı kemik hastalığı, günümüzde, alüminyum içeren fosfor bağlayıcı ilaçların kullanımının azalması ve diyalizat suyunu arıtma standartlarının iyileşmesi nedeniyle daha nadir görülmektedir. 

Kemik Hastalığının Belirtileri: 

Diyaliz hastalarında hafif ve ya orta derecedeki kemik hastalığı hiçbir belirti vermeyebilir. 

1. Hiperparatiroidi'ye bağlı kemik hastalığı: En belirgin şikayetler; kemik ağrısı, eklem rahatsızlığı, ve kaşıntıdır. "Metastatik kalsifikasyon" denilen, kan kalsiyum ve fosfor miktarının yüksek olmasına bağlı olarak eklem çevresine kalsiyum-fosfor kompleksinin çökmesi (kireçlenme), akut eklem iltihabına, ağrıya ve hareket kısıtlılığına yol açabilir. 
2. Alüminyuma bağlı kemik hastalığı: Bu hastalıkta daha ciddi ve hareket kısıtlılığına yol açan bir kemik ağrısı vardır. Çoğunlukla kaburgalarda görülen ama diğer kemiklerde de görülebilen kırıklar nadir değildir. Alüminyum zehirlenmesinin diğer belirtileri, anemi (kansızlık) ve merkezi sinir sistemi tutulumuna bağlı belirtilerdir (kekeleme, sabit konuşma bozuklukları, kas çekilmeleri, konvülsiyonlar, kişilik değişiklikleri, bunama, vs). 

Kemik Hastalığının Laboratuar Bulguları: 

1. Hiperparatiroidi'ye bağlı kemik hastalığı: 
a) Alkalen Fosfataz: Alkalen Fosfataz denilen madde kemikten ve diğer dokulardan salgılanan bir enzimdir. Kemik kaynaklı Alkalen Fosfataz daima yükselir., bazen normalin üst sınırının 10 katına kadar ulaşır (Normal sınırlar: 45-130). Alkalen Fosfataz kemiğe ek olarak; Karaciğer (en önemli kaynağı), barsak ve böbrekten de salgılanır. Bu nedenle yükselmiş kan Alkalen Fosfataz düzeyinin kemik kaynaklı olduğu söylenmeden önce karaciğer enzim (SGOT,SGPT) değerlerinin normal olduğu gösterilmeli ve barsak kökenli olup olmadığı da araştırılmalıdır. 

b) Kalsiyum: Kan kalsiyum düzeyi genellikle normal veya hafifçe düşüktür. Paratiroid bezinin büyümesine bağlı ilerlemiş Hiperparatiroidi hastalığında hiperkalsemi (kan kalsiyum düzeyinin artması) görülebilir, ancak genellikle hafif olup 12 mg/dlt (3 mMol)'i aşmaz (Normali:8,5-10,2 mg/dlt). Kan kalsiyumunun yükselmesi, kalsiyum içeren fosfor bağlayıcı ilaçlarla (Phos-ex, Kalsiyum karbonat) veya D vitamini tedavisi (Calcijex, One Alpha, Alpha D3, Rocaltrol) sırasında da gelişebilir. 

c) Fosfor: Kan fosfor düzeyleri genellikle diyaliz öncesi dönemde yükselmiştir ve çoğu kez 6-7 mg/dlt (2-3 mMol)(Normali: ) veya daha yüksektir. Her ne kadar Parathormon ve kan fosfor düzeyi birbirleriyle ilişkili olsa dahi tek başına fosfor yüksekliği ciddi bir kemik hastalığı vardır anlamına gelmez. 

d) Parathormon: Kan parathormon değerleri hemen daima oldukça yüksektir. (Normali: 10-65 pg/mlt, diyaliz hastalarında normal değerler: 100-150 pg/mlt). 250-300 pg/mlt'den daha yüksek değerler hiperparatiroidizm'in varlığını düşündürür. 1000 pg/mlt'yi aşan değerler ciddi hiperparatiroidizmli hastalarda görülür ve belirgin paratiroid bezi büyümesini düşündürür. 

2. Alüminyuma bağlı kemik hastalığı: Laboratuar bulguları kısmen hastalığın seviyesine bağlıdır. 
a) Alkalen Fosfataz ve Parathormon: Uzun süreden beri alüminyum toksisitesi olan hastalarda alüminyum birikimi hiperparatiroidiye bağlı kemik hastalığının gerilemesine neden olur. Bu durumda kan kemik Alkalen Fosfataz ve parathormon düzeyleri normal veya sadece hafif yüksektir. 

b) Kalsiyum: Kan kalsiyum değerleri alüminyuma bağlı kemik hastalığında normal olmaya eğilimlidir. 

c) Kan Alüminyum düzeyi: Diyalize girmeyen hastalarda serum alüminyum düzeyleri normalde 2 µg/lt'den düşüktür. Diyaliz hastalarının çoğunda bu değer 10-60 µg/lt arasında değişir. Bu genel sınırlar içinde serum alüminyum değerleri ile alüminyum birikiminin derecesi arasındaki ilişki önceden pek tahmin edilemez. Günümüzde diyaliz hastalarında 30 µg/lt'lik bir eşik serum alüminyum düzeyi, alüminyum yüklenmesinin belirlenmesinde güvenilir bir indekstir. 

Kemik Hastalığının Radyolojik Bulguları: 


1. Hiperparatiroidi'ye bağlı kemik hastalığı: Hafif formunda genellikle radyolojik bulgular yoktur, fakat ciddi hastalıkta daima mevcuttur. Hiperparatiroidizm'i saptamak için incelenecek en güvenilir bölge ellerdir. Ayrıca kafatası ve uzun kemiklerde de belirtiler radyolojik olarak görülebilir. 
2. Alüminyuma bağlı kemik hastalığı: Özellikle kaburga kırıkları olağandır, çocuklarda raşitizm bulguları görülebilir. 

Kemik Hastalığını Önleme ve Tedavi: 

Diyaliz hastalarında kemik hastalığının önlenmesinin temeli, hiperparatiroidizm denilen hastalığın derecesini en aza indirmeye ve kemik alüminyum birikiminin miktarını azaltmaya dayanmaktadır. 

A. Hiperparatiroidizm: Diyaliz hastalarında hiperparatiroidizmi önleyebilmek için, kan kalsiyum düzeyini yükseltmek, kan fosfor düzeyini düşürmek ve kan parathormon düzeyini istenilen değerler arasında tutmak gerekir. Bu amaçla tedavide kalsiyum desteği sağlayan fosfor bağlayıcı ilaçlar ve D vitamini tedavisi uygulanır. 

1. Kalsiyum desteği: 
Diyaliz hastaları sıklıkla 500 mg/gün veya daha az kalsiyum aldıkları için negatif bir kalsiyum dengesinde olabilirler. Ayrıca serum D vitamini düzeylerinin azalması nedeniyle kalsiyumun barsaktan absorbsiyonu da azalmış olabilir. Çare; kan kalsiyum seviyesinin düşmesini önlemek için kalsiyum karbonat (toz) ve kalsiyum asetat (Phos-ex) formunda ağızdan kalsiyum vermek ve diyaliz solüsyonu kalsiyum konsantrasyonlarını yeterli bir düzeyde tutmaktır. Eğer hedef sadece kan kalsiyum seviyesini artırmaksa, kalsiyum desteği öğünler arasında yada gece alınmalıdır. 

2. Serum fosfor düzeyinin kontrolü: Serum fosfor düzeyinin kontrolü çeşitli nedenlerden dolayı önemlidir. 

a) Eğer serum kalsiyum seviyesi yaklaşık 10 mg/dlt'lik arzu edilen bir düzeyde idame ettirilecek olursa, yüksek bir kan fosfor düzeyi kalsiyum-fosfor çarpımının yükselmesine ve dolayısıyla da vücudun çeşitli yerlerine kalsiyum çökmesine neden olur. Bu durum Metastatik kalsifikasyon denilen istenmeyen bir patolojiye neden olur. 
b) Yüksek kan fosfor konsantrasyonları, kan iyonize kalsiyum düzeyini düşürür, bu da parathormon salgılanmasını uyararak kan parathormon miktarını yükseltir. 
c) Yüksek kan fosfor konsantrasyonları, vücutta D vitamini sentezlenmesini bozar. 
d) Yüksek kan fosfor konsantrasyonlarının düşürülmesi yükselmiş serum parathormon miktarını düşürebilir ve paratiroid bezinin büyümesini engelleyebilir. 

Kan fosfor düzeyi için istenilen değerler 4-5,5 mg/dlt (1,3-1,8 mmol)'dir. 

Hemodiyaliz sırasında, tipik olarak her seansta 800 mg veya haftada yaklaşık 2,5 g fosfor uzaklaştırılır. Diyaliz süresinin uzatılması önemlidir, ama yararı sınırlıdır. Genellikle serum fosfor düzeyi diyaliz sırasında hızla düşer, böylece diyalizörden geçen fosfor gradienti azalır ve diyaliz sırasında fosforun uzaklaştırılması önlenir. 

Günlük fosfor alımı protein alımına çok yakından bağlıdır. Fosfordan özellikle zengin gıdalar; Süt ürünleri (süt, yoğurt, peynir), karaciğer, et, baklagiller, fındık, tahıllar ve bunlardan yapılan ekmekler, bir çok alkolsüz içki (özellikle kolalar). Günlük fosfor alımını 800 mg/gün veya yaklaşık 5,6 g/hafta'nın altına indirmek imkansızdır. O halde, eğer fosfor düzeyi kontrol edilmek isteniyorsa fosfor bağlayıcı ilaçların kullanılması gereklidir. Bu, fosfor kısıtlanmamalıdır anlamına gelmez. 

Fosfor bağlayıcılar alınan fosforun %50'sinin absorbsiyonuna izin verirler. Eğer fosfor alımı kısıtlanmazsa (örneğin 1,4 g/gün), haftada 9,8 gr. Fosfor alınmış olur. Fosfor bağlandıktan sonra sadece %50'si absorbe edilse bile, diyalizle haftada 4,9 gr. Veya her diyalizde 1,6 gr. Fosfor uzaklaştırılması gerekir, bu da olağan fosfor kaybının iki katıdır. Sonuçta da ciddi kan fosfor düzeyi yüksekliği (hiperfosfatemi) gelişebilir. 

3. Fosfor bağlayıcı ilaçlar: 

a) Kalsiyum içeren ilaçlar (Phos-ex, Kalsiyum karbonat toz): Başlangıçta hastaların hepsinde kalsiyum içeren fosfor bağlayıcılar kullanılmalıdır. Bunlar kalsiyum ihtiyacını da karşılamaktadır. Kalsiyum, fosfor bağlanmasının derecesini maksimuma çıkartmak için, alınan fosfor miktarıyla orantılı miktarlarda ve yemeklerde verilmelidir. Yemeklerle alınması, kalsiyumun emilmesini azaltır ama ancak emilen kalsiyum miktarı hala önemli düzeylerdedir. Genellikle yeterli, bazen de çok fazladır. Eğer miktar çok fazla ise diyalizat kalsiyum konsantrasyonu azaltılmalıdır. Kalsiyum içeren fosfor bağlayıcı ilaçların kullanılması gereken dozları çok değişiktir ve her hasta için özel olarak hekimi tarafından belirlenir. Gaz ve karında rahatsızlık hissi istenmeyen yan etkiler olarak ortaya çıkabilir. 

b) Sevalamer (Renagel ): Kalsiyum ve alüminyum içermeyen yeni bir ilaçtır. İyi tolere edilir. En büyük avantajı kalsiyum içeren fosfor bağlayıcı ilaçların neden olduğu hiperkalsemi (Kan kalsiyum seviyesinin yükselmesi) riskini taşımamasıdır. Ayrıca kan yağlarını hafifçe düşürmesi yararlı etkilerinden biridir. Bu ilacın dozu her hasta için hekimi tarafından hastanın durumuna göre ayarlanır. 

c) Alüminyum İçeren İlaçlar (Antepsin, Alujel): Genelde diyaliz hastalarında alüminyum içeren fosfor bağlayıcılardan kaçınılmalıdır. Bununla beraber, bu ilaçların bazı şartlarda kullanılmalarının gerekli olduğuna inanan klinisyenler vardır. Ciddi hiperparatiroidizmi ve yüksek bir kalsiyum-fosfor çarpımı olan hastalarda, serum fosfor düzeyi kontrol altına alınıncaya kadar D vitamini tedavisi uygulanmamalıdır. Eğer diyalizat kalsiyum düzeyi düşükse, kalsiyum içeren fosfor bağlayıcı ilaçların verilmesi mümkün olabilir. Bu tip hastalarda, alternatif olarak, alüminyum içeren fosfor bağlayıcı ilaçlar verilebilir. Bu ilaçların kısa süreli kullanımlarının merkezi sinir sistemi veya kemik üzerinde olumsuz etki oluşturmaları, aynı zamanda sitrat alımı (meyve suları, Alka-Seltzer) olmadığı takdirde, olası değildir. Alüminyum içeren bir fosfor bağlayıcı ilaç kullanımı düşünüldüğü zaman buna üstün bir seçenek Renagel uygulamaktır. 

d) Kalsiyum, alüminyum veya magnezyum içeren bileşiklerin karışımı: Bazen, hasta için özel olarak hazırlanmış bu gibi karışımlar serum fosfor düzeyinin kontrolünü sağlayabilir. 

4- D vitamini Tedavisi: Üremik kemik hastalığında D vitamininin yararlı etkileri; 

a-) Yeterli D vitamini alımı, barsaktan kalsiyum emilimini artırır ve kan kalsiyum miktarını yükseltir, 

b-) D vitamini tedavisi parathormon salınımını engeller, aynı zamanda kalsiyumun baskılayıcı etkilerine paratiroid bezinin duyarlılığını artırır. Her iki durum da parathormonun kan seviyelerinin düşmesini ve kemik hastalığının iyileşmesini sağlar, 

c-) Üremide D vitamininin kemik mineralizasyonu üzerine yararlı direkt etkisi olduğu iddia edilmiştir, fakat böyle bir etkinin varlığı tartışmalıdır. 

Eğer diyalize erken başlanmış ve kalsiyum içeren fosfor bağlayıcı ilaçların kullanımı daha başlangıçta başlatılmışsa, bazı klinisyenler başlangıçta D vitaminini rutin olarak kullanmazlar. Eğer bu strateji uygulanırsa, hem serum kalsiyum düzeyi hem de parathormon düzeyi düzenli olarak takip edilmelidir. 
Eğer kan kalsiyum düzeyi 9-10 mg/dlt düzeyinde korunamazsa veya Parathormon düzeyi 250 pg/mlt'yi aşarsa D vitamini tedavisine başlanmalıdır. 
Bazı klinisyenler de alternatif olarak diyalizin başlangıcında veya hatta kronik böbrek yetersizliğinin seyri sırasında D vitamini tedavisine başlamaktadır. Buradaki mantık, D vitamininin Parathormon üzerindeki baskılayıcı etkisinden yararlanmaktır. 

D vitamini tedavisi barsaktan fosfor emilimini artırır ve kan fosfor düzeyinin artmasını (hiperfosfatemi) şiddetlendirebilir. Barsaktan kalsiyum emilimini de artırır ve D vitamini tedavisi ile kalsiyum asetat (Phos-ex) veya kalsiyum karbonat (toz) kullanımı sıklıkla kan kalsyum seviyesinin yükselmesine (hiperkalsemi) neden olur. 

D vitamini tedavisinin hedefi, serum parathormonunun düzeyini yaklaşık 150-200 pg/mlt'ye indirmek olmalıdır. Normal sınırlara (10-60 pg/mlt) indirme girişimi adinamik kemik hastalığı denilen başka bir bozukluğa neden olabilir. 

5-Paratiroidektomi (Paratiroid bezinin cerrahi olarak çıkarılması): Yüksek doz damardan D vitamini tedavisine rağmen kan parathormon düzeyinin düşmemesi, çıkarılması gereken büyük paratiroid bezi varlığını düşündürür. Ciddi hiperparatiroidizmin uzamış tıbbi tedavisi kalsiyum-fosfor çarpımının tehlikeli sınırlara yükselmesi riskini meydana getirir, bu da Metastatik kalsifikasyon denile civar dokulara kaliyum çökmesi riskini artırır. 
Bu nedenle eğer hiperparatiroidizm ciddi ise, ameliyatla paratiroid dokusunun çıkarılması gerekmektedir.

lundi, 12 août 2019 13:49

Diyaliz ve Diyabet

Written by

Diyabetik diyaliz hastaları giderek artmaktadır. Diyaliz hastalarının yaklaşık 1/3-1/4'ü Diyabetes Mellitus kökenli olmuştur. Bu oranın giderek artması da beklenmektedir. Bu nedenle diyalizde diyabetik hastalara özel yaklaşımlar olması gerekmektedir. 

Diyabette böbrek hastalığı hiperfiltrasyon ve mikroalbuminüri (30-300 mg/gün) ile başlar. Giderek proteinürinin artması ve glomerul filtrasyon hızının azalması ile azotemi görülmesine ve son dönem böbrek hastalığına kadar varır. Bu süre Diyabet tiplerine göre değişir. 

İnsuline bağımlı ( Tip I ) Diyabet hastalarında son dönem böbrek yetmezliği oluşma süresi 15-30 yıl arasındadır. İnsüline bağımlı olmayan ( Tip II ) Diyabet hastalarında ise bu süre 1-20 yıl arasındadır. 

DİYABETİK BÖBREK YETMEZLİKLİ HASTADA DİYALİZ ENDİKASYONU : 

Kreatinin Klirensi 10-20 ml/ dak. olduğunda diyalize başlanmalıdır. ( serum kreatinin 3-5mg/dl gibi düşük olsa bile ) 
Üremi semptomları başlamışsa, [ kansızlık, kaşıntı, bulantı, kusma, iştahsızlık, halsizlik, nefesin amonyak kokması gibi ] 
Sıvı yüklenmesi varsa [ ayaklarda ödem (şişlik) arcides ( karın zarı içinde sıvı toplanması ) akciğer ödemi gibi ] 
Serum kreatinini 5-8mg/dl olmuşsa 

Not: Erken diyalize alınan Diyabet hastalarında yaşamın uzun sürdüğü, göz, kalp, ayak komplikasyonlarının önlenebildiği gösterilmiştir. Araştırmalar diyabetik retinopatinin (körlüğe giden göz hast. ) diyaliz başlamadan 1-2 yıl önce hızlandığını göstermiştir. 

DİYABETİK BÖBREK HASTASI İÇİN HANGİ TEDAVİ METODU EN İYİSİ DİR? 

Tedavi seçimi hastanın yaş, eğitim durumu, yaşadığı yer, aile ve sosyal yapısı, hastanın rahatı, beraberindeki hastalıklar ( kalp hast. ve körlük gibi ) göz önüne alınarak seçilmektedir. 

Transplantasyon özellikle canlı akraba transplantasyonu daha iyi bir tedavi seçeneği gibi görülmektedir. Hemodiyaliz ve periton diyalizi de diğer tedavi seçenekleridir. 

Diabetik Hastalarda Renal Transplantasyon Kontraendikasyonları : 

- Yaş > 65 yıl 
- Extremite gangreni varsa 
- Ağır koroner arter hastalığı varsa 
- Periferik nörapati veya periferik vaskuler hastalık nedeniyle hareketsizlik varsa 

böbrek nakli yapılmaz. 

DİYABET VE HEMODİYALİZ 

Hastayı hemodiyalize alabilmek için kalp - damar cerrahi tarafından damar girişim yeri oluşturmak gerekmektedir. Hastaların damarlarında ateroskleroz riski fazla olduğundan bunu oluşturmakta çoğu zaman zordur. En doğrusu hastanın kreatinin klirensi 20-30 ml/dk'ya düştüğünde daha hemodiyalize girmeden bunun oluşturulmasıdır. Bu operasyondan önce doppler ultrason ile damarların durumuna bakılmalı, geniş çaplı, sağlıklı arter venler tercih edilmelidir. Hastanın kendi damarlarından oluşturulan Arterio-Venöz fistül ( AVF ) daha sağlıklıdır. Brekiosefelik AVF veya bazilik venin transpozisyonu ile AVF yani dirsek bölgesi fistüllerinin daha uzun ömürlü olduğu gözlemlenmiştir. Fistül operasyonundan sonra o damarların gelişebilmesi için 4-6 hafta zaman gerekmektedir. Eğer native AVF yapılamazsa arteriovenöz graft ( yapay damar ) ikinci seçenektir. İleri damarsal problemleri bulunan hastalarda büyük damarlara ( subklavyen ven veya juguler ven gibi ) yerleştirilen kalıcı kateterler ile hemodiyaliz yapılabilir. ( bu hastalarda kontraendikasyon yoksa periton diyalizi tercih edilmelidir.) 

Diyalizat kullanımında Diyabetik hastalarda mutlaka bikarbonat seçilmelidir. 5,5 mmol/lt glikoz ihtiva edenler diyalizdeki ani hipoglisemi oluşumunu önler. 

Kuru kilo diyabetik hastalarda diyaliz sonunda mutlaka ulaşılması gereken durumdur. Yani hastanın üzerinde fazla sıvı bırakılmamalıdır. Fakat diyabetik hastalar ateroskleroz ve otonomik nöropati nedeniyle aşırı sıvı çekimini tolere edemeyip hipotansiyon ve kramp geliştirebilirler. Bunun için iki diyaliz arasında sıvı alımının 2 kg'ı geçmemesi ve uzun ve yavaş diyaliz yapmak gerekmektedir. Haftada 3 kez 8 saat hemodiyaliz gibi. Veya sık diyaliz ( haftada 5 kez ) veya hergece diyalizde bu sorunu çözebilecek yöntemlerdir. 

Diyaliz Sırasında Oluşan Komplikasyonlar 

Hipotansiyon : Diyabetik hemodiyaliz hastalarında diyalizde tansiyon düşüklüğü ve bulantı kusma diğer hastalardan daha sık olur. Bu kardiak nedenlerden olabileceği gibi periferik damar rezistansının bozulması, hipoalbuminemi, kötü beslenme, kansızlık, diyaliz öncesi kullanlınan antihipertansiflere de bağlı olabilir. Önlemek için şunlar yapılabilir: 

- Yüksek sodyumlu diyalizat ve linear sodyum modeli 
- Düşük hızda ultrafiltrasyon 
- Kesintili ultrafiltrasyon 
- Hipertonik albumin kullanılması 
- Hct % 30'un üstünde olması 
- Sabah antihipertansif alınmaması 
- Diyalizde yemek yenmemesi 
- Ayak egzersizleri 
- Diyalizat ısısını düşürmek ( özellikle diyaliz sonuna yakın ) 
- Bazı ilaçların kullanımı Midodrine ve Fludrocortisone gibi (Türkiye'de yok) 
- On-line hemofiltrasyon 
- Asetat-free biofiltrasyon 

Hipertansiyon : Diyalize giren Diyabetik hastalarının % 50'si antihipertansif ilaç kullanmaktadır. Diyaliz sırasında hipertansiyon olması aşırı sıvı çekimine bağlı reninangiotensin sistem aktivasyonundan olabilir. Diyalizde angiotensin- coverting enzim inhibitörleri kullanılabilir. Betablokerler diyabetik hastalarda kullanılmaması önerilmektedir. Çünkü glukoz kontrolünü bozup hatta hipoglisemi semptomlarını gölgeleyebilir. Fakat pozitif kardiak etkileri de gözlenmiştir. Kalsiyum antagonistleri, alfa blokerler gibi antihipertansifler de ikinci seçenek hipertansiyon ilacı olabilir. 

Aritmi, koroner iskemi :Aşırı sıvı çekimi, hipotansiyon nedeniyle hastalarda kalp ritim bozukluğu, koroner iskemi, angine pektoris olabilir.O2 inhalasyonu, nitrogliserin oral veya supkutan veya iv kullanılabilir. Anti aritmikler aritmi tipine göre kullanılır. Diyabetikler hipopotasemiye daha meyilli olduğundan özellikle aritmide buna dikkat edilmelidir. 

Metabolik Kontrol 

Kan şekeri kontrolü iyi olan HbA c < 7,5 olan hastalar daha uzun yaşarlar. Bunun yanında hastaların kardiovasküler hastalıklardan korunması için de kolesterol trigliserid düzeylerinin de kontrol altında olması gerekir. 

Diyaliz hastaları içinde Tip 2 ( insüline bağımlı olmayan ) diyabet hastaları; Tip 1 (insüline bağımlı ) diyabet hastalarından 2 kat daha fazladır. 64 yaşından sonra bu 3 katına yükselir. Tip 2 hastalarının yaş, şişmanlık, fiziksel aktivitenin azalması ile riski artar. Bu hastalar öncelikle diyet, kilo kaybı, egzersiz önerilmeli. Yaklaşık yarısı oral şeker düşürücü ilaçları kullanır. Yıllar ilerdikce insülin kullanımı artar. Üremik Tip2 hastalarına genellikle insülin önerilir. Fakat oral ilaçlar daha geniş oranda kullanılır. 

Tip2 diabette hastalığı insülin rezistansı ve uygunsuz insülin salınım cevabı yaratır. Üremi insülin sekresyonunu baskılar. Bu nedenle tip2 diyabetik üremik hastalar daha az şeker düşürücü tedaviye gereksinim duyabilirler. ( İnsülin kullanıyorsa dozu azalabilir, oral ilaç kullanıyorsa kesmek gerekebilir.) 

Oral hipoglisemik ajanların özellikleri ;

Sınıf

Örnek

Etki Mekanızması

Hipoglisemi Riski

Böbrek Boz. Kullanımı

Diyalizde Temizlenmesi

Sülfanilüre

Gliburid Glipizid

İnsülin Sekresyonunu artırır

Var

Evet Doz Ayarlanması Gerekir

Değişken

Thiozolidinediones

Troglitazore (Avandia)

Periferik İnsülin Rezistansını azaltır

Nadir

Evet Doz Ayarlanması Gerekmez(Hepatik Toksisiteye Dikkat )

Bilinmiyor

Biguonidler

Metformin (Glikofaj)

Karaciğer Glikoz Üretimi azaltır

Az

Kullanılmaz

Bilinmiyor

Alfa Glucosidase İnhibitürleri

Acarbose (Glikobay)

Gastro İntestinal Karbonhidrat Absorb azaltır

Yok

Dikkatli Kullanılır

Bilinmiyor


RETİNOPATİ 

Görme kaybı prolifeatif retinopati ve vitreo kanaması, retinal detaçman, makuler ödem, glokom, katarak, korneal hastalığa bağlı olabilir. Kan basıncının iyi kontrolü, hemodiyaliz tekniklerinin gelişmesi, göz doktorunun sık muayenesi ile körlük gelişimi azaltılabilir. Panretinal laser fotokoagulasyon ve vitreo kanamasında vitrektomi tedavi yöntemleridir. 

PERİFERİK VASKULER HASTALIK 

Yılda diabetik diyaliz hastalarının % 5-25' inde alt ekstremite amputasyonu olur. Önlemek için; günlük yıkama ve kurulama, tırnak, parmak arası bakımı, sıkmayan ayakkabı ve çorap giyilmesi, düzenli podiatriste gidilmesi gerekmektedir. Eğer iskemiye bağlı bir lezyona rastlanırsa hemen vasküler cerraha refere edilmeli, vasküler bypass cerrahisi ile amputasyonun önlenmesi mümkün olabilir. Diabetik ayak yaralarının acilen tedavisi gereklidir. Gerekirse growth faktör tedavilerinden yara debridmanından yararlanılmalıdır. Diabetik hastalarında amputasyon hızı CAPD, transplantasyon, hemodiyaliz tedavilerinde farklı değildir. 

PERİFERİK NÖROPATİ 

Sensorimotor ve/veya otonomik nöropati diabetik hemodiyaliz hastalarında görülebilir. Üremik diabetikler parapleji ve guadroplejiden yakınabilirler. Hastalarda bulantı, kusma, ishal gibi gastroparezi de olabilir. Renal transplantasyon ve CAPD ile diabetik nöropatik bulguları azalabilir. İyi glikoz kontrolü HBAıc % 7.5'in altında olması bu bulguları düzeltebilir. 

Diabetik nöropatide şiddetli ağrı ve yanma şikayetlerinde Neurontin (Gobepentin) ve Tegretol (Carbamazepin) gibi ilaçlar kullanılabilir. Bu ilaçlarda doz ayarlaması yapmak gerekir. 

KEMİK HASTALIĞI 

Adinamik kemik hastalığı bu hastalarda daha sık görülen Renal osteodstrofi bulgusudur. Kemiklerde alüminyum depolanması alüminyum ihtiva eden fosfat bağlayıcılardan dolayı olabilir. Hemodiyalize başladıktan sonra 2 yıl içinde kemiklerde kırılma olabilir. Diabetiklerde alüminyumlu fosfat bağlayıcılardan kaçınılmalıdır. Kemik ağrısı veya kırık olan diabetiklerde desferrioxamine infüzyonu öncesi ve sonrası alüminyum seviyesi bakılarak incelenmelidir. 

MALNUTRİSYON (Beslenme Bozukluğu) 

Diabetik hemodiyaliz hastalarında sıktır. 25-30 kcal/kg/gün diyet verilmeli. Bunun %50'si kabonhidrat olmalı ve protein ise 1.3 - 1.5/kg/gün olmalıdır. Diyalizat sıvısı 200 mg/dl glikoz ihtiva etmelidir. Gastroparezi için Metoclopramide verilebilir. Diabetik diyare de ise antibiyotik ve Lopermid verilebilir. Paretenal aminoasid solüsyonları da beslenme sorunu olan hastalarda kullanılabilir. Kanda Albumin düzeyinin 3.5 gr/dl üstünde olması gerekmektedir. 

Diabetik Böbrek Hastasında Kardiovasküler Hastalık (KVH) 

Diyabetik diyaliz hastalarında koroner kalp hastalığı prevalansı %46.4 olup, diyabetik olmayan hastaların prevalansından (%32.2) fazladır. Bu hastalarda daha sık atrial ve ventriküler aritmi, kalp bloku, asistoli, pulmoner konjesyon ve kardiojenik şok görülmektedir. Diyabetik hastalarda bazı hekimler beta-blokerlerden çekinirler. Fakat koroner iskemi ve aritmi yönünden yararlı etkileri de görülmüştür. Diyalizde kardiak riski önlemek için troponin T testinden faydalanabilir. 

KVH önleyici manevralar : 

Erken Diyaliz 
ACE inhibitorleri veya angiotensinreseptör blokerleri 
Kan basıncının düşük tutulması 
Asprin ? Plavix ? 
Aşırı sıvı yüklenmesinin önlenmesi (düşük tuz alımı, diüretikler ) 
Statinler (LDL- kolesterolün 100 mg/dl de tutulması ) 
Aneminin tedavisi 
Trimetazidin (Vastarel) kullanımı (Kişisel tecrübeye göre ) 

Eğer gerekirse PTCA ( Perkütan transüminal coroner angioplasti ) veya Bypass operasyonu da yapılabilir. Her iki metod da 2 yıllık yaşam süresi yaklaşık aynıdır. Fakat Bypass cerrahisinde hastane yatışı süresinde mortalite biraz daha fazladır. Yeni tekniklerle bu da azaltılmaktadır.

 

Kan basıncı ne demektir? 

Kalpten pompalanan kanın organlara ulaşıp onlara oksijen ve besinleri götürebilmesi için atar damarların içinde belirli bir basınçla iletilmesi gereklidir. Bu basınç insanlarda genellikle sabit değerler içinde tutulur. 

Bir tansiyon aleti ile belirlenebilen bu değerlerden daha yüksek olanına "büyük" veya "sistolik" kan basıncı, daha düşük olanına ise "küçük" veya diyastolik kan basıncı adı verilir. 

Bu basınçlar insanlar arasında farklılık gösterir ve ortalama olarak büyük tansiyon için 120 mmHg, küçük tansiyon için 80mmhg 'dir. Kan basıncının yükselme göstererek 140/90mmHg değerini geçmesine "yüksek tansiyon" veya "hipertansiyon" adı verilir. 

Kan basıncı ne zaman ölçülmelidir? 

*Kan basıncı ayarı iyi yapılmış bir tansiyon aleti ile kişilerin rahat oldukları, gerginlik hissetmedikleri bir zamanda ölçülmelidir. 
*Diyalize giren hastalardan zaman zaman diyaliz seanslarında yapılan ölçümlere ek olarak evde kan basıncı izlemi yapmaları istenebilir. Böylece antihipertansif tedavi daha iyi düzenlenebilir. 

Kan basıncı ne zaman ölçtürülmemelidir? 

- Yemekten sonra 
- Sigara içtikten sonra 
- Alkol içtikten sonra 
- İnsanın aşırı heyecanlı, üzgün veya sinirli olduğu anlarda 
- Nezle ve grip ilaçlarını kullanırken 
- Efordan sonra (20-25 dakikalık istirahattan sonra ölçülmelidir.) 

Böbrek yetmezliği ile kan basıncı yüksekliği arasında ilişki nedir? 

Hipertansiyon böbrek yetmezliğinde sık rastlanan bir bulgudur ve kronik böbrek yetmezlikli hastaların yaklaşık %80 'ninde hipertansiyon bulunur. Böbrek hastalarında hipertansiyon böbrekteki hasarın artmasında önemli role sahiptir. Tansiyon düşürücü tedavinin böbrek yetmezliğinin ilerleme hızını azalttığı gösterilmiştir. 

Kan basıncı yüksekliği organları nasıl etkiler? 

Yüksek kan basıncı vucuttaki tüm damarlarda atherosklerozu (damar sertliği) hızlandırır. Bunun sonucu olarak pek çok organ ve sistemde yaşamsal sorunlara neden olabilir. Ayrıca devamlı yüksek basınca karşı pompa işlevini sürdüren kalpte yapısal ve fonksiyonel değişiklikler gelişir. Atherosklerozu hızlandıran ve düzeltilmesi gereken diğer faktörler arasında diabet hastalarında yüksek kan şekeri, sigara kullanımı, kan yağlarında yükseklik olması sayılabilir. 

Kan basıncı yüksekliğine bağlı oluşabilen sorunlar nelerdir? 

- Böbrekleri kimsen fonksiyon gören hastalarda zamanla bu fonksiyonun da kaybı 
- Kalbin sol karıncığında büyüme ve takiben kalp yetmezliği 
- Koroner kalp damarlarında hızlanmış atheroskleroza bağlı angina pektoris (Göğüs ağrısı) ve kalp krizi riskinin artması 
- Beyin kanamaları 
- Beyine giden damarlardaki atheroskeroza bağlı olarak beynin kanlanmasında azalma nedeniyle gelişen inmeler 
- Göz damarlarındaki sorunlara bağlı görme kaybı 
- Bacak damarlarındaki daralmaya bağlı bacak ağrıları ve uzuv kaybına yol açabilen yaralar oluşması 

Böbrek yetmezliğide hipertansiyon nedenleri nelerdir? 

- Vücutta su fazlalığı 
- Vücutta tuz birikimi 
- Paratiroid bezin fazla çalışması 
- Damarsal değişiklikler 
- Çeşitli atık maddelerin birikimi 
- Kan basıncı düzenlenmesinde rol olan bazı sistemlerin çalışmasının artması veye azalması 
- Eritropoetin tedavisi 

Böbrek hastalarında hipertansiyon nasıl önlenebilir? 

Böbrek hastalarında tansiyon düşürülmesinde ilaç tedavisi kadar önemli olan bir tedavide vücut suyunun kontrolüdür. Vücuttaki su ve tuz fazlalığı kan basıncını yükseltir. Vücuttaki fazla suyu artık maddelerle beraber vücuttan uzaklaştırma görevi yapan böbreklerin çalışmaması bu hastalarda suyun atılamayıp vücutta birikmesine neden olur. Vucutta normalden fazla su olması hipervolemi (volüm fazlalığı) olarak adlandırılır. 

Hipervolemi nedenleri nedir? 

* Sağlıklı böbreğin görevlerinden biri de aldığımız sıvıyı dışarıya atmaktır. Böbrekler hastalanıp görevlerini yapamayınca alınan sıvı diyalizle atılır. Ama yine de fazla sıvı vücutta birikebilir. 
* En önemli neden tuz alınmasıdır.Tuz vücutta suyun tutulmasına ve susuzluk hissinin artmasına neden olarak hipervolemiye katkıda bulunur. 

Vucutta fazla sıvı olduğu nasıl anlaşılır? 
* Tansiyonunuz yükselir. 
* Kilonuz artar 
* Bacaklarda, ellerde ve göz etrafında şişlikler oluşur. 
* Boyun damarlarında dolgunluk gözlenir 
* Nefes almakta güçlük çekilir 
* Yatarken daha fazla yastığa ihtiyaç duyulur 
* Merdiven çıkarken zorlanırsınız 
* Yüksek tansiyona bağlı başağrısı olabilir 

Diyalize giren hastada hipertansiyon tespit edildiği zaman ilk düşünülecek olan nedir? 
* Kuru kilosunun olması gerekenden daha üst düzeyde olduğu düşünülmelidir. 

Kan basıncı yüksek olan diyaliz hastasının tedavisinde neler yapılmalıdır? 
* Öncelikle hastaların ideal kuru ağırlıklarının yeniden belirlenmesi gerekir. Bunun için değişik teknikler kullanabilirse de çoğunlukla diyaliz hekimleri kan basıncı normale gelene değin kontrollu ve yavaş bir şekilde diyaliz çıkış kilonuzu aşağıya çekerek ideal kiloyu belirlemeye çalışabilir. 
* Kuru ağırlığı aşağıya çekmek için ;

1) Tuz ve su alımı azaltılarak iki diyaliz arası kilo alımı 2-2,5kg'ın altına indirilmelidir 
2) İdrarı olan hastalarda diüretik (idrar söktürücü) ilaçlar verilerek idrar miktarı artırılmaya çalışılabilir 
3) Yavaş ve kontrollü bir şekilde diyalizde çekilen sıvı miktarı artırılarak hastanın diyaliz çıkış kilosu aşağı çekilebilir. 
4) Diyaliz seanslarına kuru kilo azaltımını tolere edemeyen hastalarda diyaliz süresini uzatma ve ek diyaliz seansı yapma gereksinimi duyulabilir. 

* Nadiren bu tedbirlerden sonra kan basıncı kontrol altına alınmayan hastalarda tansiyon düşürücü ilaçların kullanılması gerekebilir. 

Kan basıncını kontrol altında tutmak için hastaların yapması gerekenler nelerdir? 

* Tuz ve su kısıtlamasına uyarak iki diyaliz arası kilo alımını 2-2,5kg'ın altında tutmak 
* Evde düzenli kan basıncı izlemi yapmak 
* Diyaliz seansını aksatmamak ve diyaliz süresi tamamlanmadan diyalizden çıkma isteğinde bulunmamak 
* Kuru ağırlığın aşağı çekildiği zamanlarda diyaliz süre ve sıklığında yapılan artışları anlayışla karşılamak 
* İlaçları aksatmadan kullanmak

Page 1 sur 2

ANLAŞMALI KURUMLAR ve KVKK Dokumanları

SGK, Akbank, Türkiye İş Bankası ve Yapı Kredi Bankası /// KVKK Dokumanları 

 

 

Sosyal Güvenlik Kurumu
Türkiye İş Bankası
Akbankası
Türkiye Yapı ve Kredi Bankası
KVKK Dokumanları

Communication & Soutien

  • Adresse      : Girne Mah. Girne Cad. 139/1 34843 Maltepe - İstanbul - TÜRKİYE
  • Courriel : info@kucukyalidiyaliz.com
  • Téléphone  : +90 (216) 366 81 18
  • Fax         : +90 (216) 366 35 40
Küçükyali Diyaliz Merkezi adıyla faaliyet gösteren Tokgöz Dializ Hizmetleri Limited Şirketi olarak internet sitesi çerez süreci için Kişisel Verilerin Korunması Kanununa uygul olarak işleyeceğimiz verilerinizle ilgili haklarınızı içeren aydınlatma metnine buradan ulaşabilirsiniz. Çerez Politikası.Kabul Ediyorum